![LAVANTA UYUYORDU!](https://i0.wp.com/muhabirce.com/wp-content/uploads/2025/02/WhatsApp-Image-2025-02-05-at-10.14.18.jpeg?resize=780%2C470&ssl=1)
LAVANTA UYUYORDU!
Dışarda karla karışık yağmur yağıyordu ya da kar dominant olandı ve düzeltiyorum “yağmurla karışık kar” yağıyordu. Mezkûr konu, o an en son müzakere edilecek husustu. Yalnızlık ve al dente bir renksizlik, buruşturulup atılan anılar ve bu anılardan daha büyük israf sanılan buruşturulup atılan kâğıtlar, bir de müthiş değersizlik hissi, bu hisse eşlik ettiği yoklu kişilik bozukluğu.
Güneş, yüzünü göstermek için benzetmek olmasın da çırpınıyordu. Çünkü soğuktan donmasınlar diye çoraplarını çocuklarına eldiven yapmıştı bir anne; şömine sıcaklığında bir yürekle. Dozer yolları açmaya çalışırken ağaç köklerine zarar veriyordu, çamurdan bir çaresizlik yüzünü gösterdi güneşin yerine.
Çatıdan buzlar sarkıyordu, çatı altından geçmek çok riskliydi ancak Lavantayı uyaracak dostu yoktu. La tahzen ( üzülme) Lavanta dost olmak herkesin harcı değildi zaten. Mavi çerçeveli pencerede yalnızlık buğusu, tek göz odada bir saç soba, üstünde dumanı üstünde bir büyük demlik ıhlamur, yerde keçi kılından halı, duvarda atlatsan halı… Ihlamur ve lavanta susuzluğa iyi gelirmiş, peki yalnızlığa? diye sordu Lavanta.
Duvarlardaki badana parça parça intihar ediyordu, teşebbüs aşamasında kalanlar da vardı. İki seçenek söz konusuydu; ya beyaz badana/ kireç parçaları mücadeleyi bırakmıştı ya da duvar elinden tutmayı. Duvarda bu afet sonrası yeni şekiller belirdi, Yusuf kuyuya atılıyordu.
Sofraya iki ince belli bardak bıraktı Lavanta, ne içeriz diye sordu. Sonra aklına parlak bir fikir geldi: “Ihlamur içelim” dedi. Ihlamur içtiler Lavanta ve hüzünlü gülümsemesi. Radyodan bir istek parçası isteyecekti ancak küçük iki pürüz vardı, birincisi yoğun kar yağışından telefonlar çalışmıyordu. İkincisi; sıradaki parçayı Lavanta dostuna hediye ediyordu anonsu yapacak spiker ya dostunun adını soracak olursa? Korkusu. Sertap Erener söylüyor “ Bi’çaresi bulunur elbet yarın Yeniden yaşamanın Bi’çaresi bulunur elbet, canım bir uyuyup uyanalım”
Çift camlardan ses gelmiyordu, herkes yanlış biliyordu katil çift camlar değil, olmayan yakın dostuydu. Hafifçe gülümsedi Lavanta; “şimdi de sen anlama” dedi. Bir insan gülümserken gözlerinin sadece birinden bir damla yaş akar ya bazen (ama çok nadiren olan bazenden) o anlardandı. Duvarda bir atlas halı, İbrahim oğlunu kurban etmeye götürüyordu. Lavanta biliyordu bir melek çıkagelecekti.
Lavanta, lavanta kokulu yorganını üzerine aldı, alt zemini krem rengi, üstünde kahverengi şekiller olan o muhteşem perdesini araladı. Güneş yüzünü göstermeyi başaramadı ancak çabasından dolayı takdire şayandı. Bir pes etme sayamazdık bunu, en fazla yorgunluk diyebilirdik.
Bir karanlık çöktü gökyüzünden, gaz lambasını yaktı Lavanta; ışıklar gitmemişti ancak bu ambiyansa yakışmazdı sarı ışık, hava tam hafif kara dumanlı gaz lambası havasıydı. Bi’çaresi bulunur elbet, canım bir uyuyup uyanalım. Bir gün yaşadığını hissetmek; yoktan var edene, varlığından haberdar edene hamd etmek; anı/dost biriktirip misyonunu tamamlamak sonra lavanta kokulu toprak ile buluşmak Lavanta’ nın tek göz damlasının meali. Ağlamıyorum, kalbime yalnızlık düştü, üşüdüm dedi Lavanta. Bir gün de bir gündür! Diye de ekledi…
Mavi bir kapı taşıyordu uçsuz bucaksız bir kar tarlasında. Kapı hariç her yer kar beyazdı, lavantalar kardelenin rolünü çalmıştı ve Lavanta uyuyordu.
Güneş yüzünü gösterdi asırlar sonra, Lavanta hâlihazırda uyuyordu. Duvarda bir atlas halı, İbrahim oğlunu kurban etmeye götürüyordu, Lavanta biliyordu, bir melek çıkagelecekti. Dışarda sadece kar yağıyordu ve Kar beyazdı ölüm. Lavanta mı?
Lavanta uyuyordu!
Güngör Güner GÜR ( 3G- 05.02.2025 )