Evet, bilindiği üzere Hürriyet Gazetesi, 31 Ocak itibariyle Avrupa baskılarına son verdi. Peki Hürriyet, sadece Avrupa baskılarına mı son verdi?
Hürriyet, 1961 yılında Türkiye ile Almanya arasından imzalanan işgücü anlaşmasının ardından yurtdışı okurlarıyla buluşmuş, 55 yılı aşkın bir süredir Avrupa’da gazete raflarında yerini almış bir gazetedir. İlk yıllarda uçakla Türkiye’den getirilen Hürriyet, sonrasında Frankfurt merkez binası ve dev matbaasıyla yayınlarını sürdürdü. Yetkin kadroları ve geniş muhabir ağıyla Hürriyet, uzun yıllar Köln, Hamburg, Münih ve Berlin ofisleriyle okurlarına hizmet verdi.
BİZ DE BURADAYIZ
Hürriyet’in uzun soluklu Avrupa serüvenine ṣöyle bir göz atalım: Avrupa’da/yurt dıṣında yaṣayan Türklerin en yoğun yaṣadığı ülke olması nedeniyle çalışma sahası daha çok Almanya olsa da, her zaman Avrupa kentlerinde ayrımcılığa uğrayan, bazı kesimler tarafından dışlanan, hor görülen Türklerin sesi oldu Hürriyet. Almanya’nın herhangi bir şehrinde merdiven silen Ayşe Abla’nın da, Alman Demiryolları’nda makinist koltuğuna oturan Mehmet Ali’nin de hep sesi kulağı oldu. Alman siyasilerin dışlayıcı politikaları, göçmenleri azarlayan söylemlerini Avrupa sayfalarından manşete taşıyarak, Alman siyasilere “biz de buradayız” hatırlatması yapıyordu Hürriyet.
“Efendim, bunlar bir günlük gazetenin işi, görevi değil midir, elbette yapacak” denebilir. Evet, gazetenin yapması gereken işler, lakin Hürriyet Avrupalı Türkler açısından bir gazeteden fazlasıydı. Hürriyet, Hamit Altıntop’un Bundesliga’da nasıl bir rüzgậr estirdiğini, Ozan Ceyhun’un Alman siyasetinde neden var olduğunu, spor salonundan Türkçe konuştu diye atılan genci sayfalarına taşıyan gazeteydi. Velhasıl Hürriyet, yayıncılık gereği Türklerin olduğu her alandan haberdardı, gelişen çoğu olayı takip edebilen kadrolara sahipti. Hürriyet’i sırf okuyanlar değil, satın almayanların da, sokakta yürürken, sıradan bir büfenin vitrininden manşetine göz attığı, ana tren garlarını temizleyen gurbetçilerin, onlarca yabancı gazete arasında yer alan Hürriyet’in baş sayfasına bakış attığını söylemek mümkün.
ALMANLAR İҪİN DE TÜRKҪE MEDYANIN AMİRAL GEMİSİYDİ
Büro şefleri ve redaksiyonuyla özel haberleri ve yazı dizileriyle, rakipleri karşısında ön alan Hürriyet, gelişmeleri hızlıca okurlarına aktarabilen gazeteydi. Rakip demişken Hürriyet, dönem dönem Avrupa sayfaları olan Tercüman, Türkiye, Sabah, Star, Sözcü gibi günlük çıkan gazetelerle elbette kıyasıya rekabet yaṣadı. Yayıncılıkta adeta rakip tanımayan Hürriyet, patronu aynı, katları üst üste olan aynı binadan hazırlanan Milliyet Gazetesi’yle bile kıyasıya rekabet ediyordu. Doksanlı yılların sonu, 2000’lerin başı, bir çok haber sahasından bu rekabeti bizzat gözlemlediğimi söyleyebilirim. Haberi bir gün önceden baskıya girebilmek için, “Milliyet’ten şu var, Sabah’tan falancı var, ajans muhabiri de buradaydı haberiniz olsun” gibi stresli konuşmalara çokça şahitliğim olmuştur. İşte özetle sıraladıklarım, vakit almamak için yazmadıklarımla Hürriyet, basın dünyasında hep iddialı oldu, hep önde oldu.
Ama rakipsizdi diyemeyiz, zira diğer gazetelere haksızlık olur, zaten varlıklarını sıraladık. Lakin şu da var, Almanya’da gazetelerle ilgilenen sıradan Almanlara Türkçe gazete adı söyleyebilir misin diye sorulsa, çoğunun “Hürriyet” diyeceğini tahmin edebiliriz. Dolayısıyla, Alman siyasi parti yöneticilerinin, ülkenin geleceği ile kararlar alan parlamenterlerin gözünün de, az veya çok Hürriyet Gazetesi’nin politik haberlerinde olduğunu söylemek mümkün. Alman kitle partilerinin medya ekiplerinin elbette Türkçe günlük gazeteleri, ama daha çok Hürriyet haberlerini (aralarında bizden olanlarla) taradığını, gerekli olanları ağalarına aktardığı da biliniyor (du). İşte bunun için yazının girişinde yazdığım, Hürriyet sadece Avrupa baskılarına mı son verdi sorusunun cevabı elbette “hayır”. Hayır çünkü, gazetenin baskılarını durdururken, aynı zamanda milyonlarca “Avrupalı Türk”’ün umudu, adeta Avrupa coğrafyasındaki gözü, kulağı da kapatıldı.
Bilenler bilir, Türkiye’de basının amiral gemisi ünvanını almış Hürriyet Gazetesi, bana göre de Avrupalı Türklerin güçlü bir sesiydi. Dijital/internet üzerinden yapılan yayıncılığın asla ama asla iş yeri ve kahvehane masasında, herhangi bir STK lokalinde yer alan gazete kokusu gibi bir havayı oluşturamayacağı çok açık. Gazete raflarından uzaklaşan gazete, kim ne derse desin önce gönüllerden, sonra da zihinlerden uzaklaşır diye düşünüyorum.
“BAĞA BAK ÜZÜM OLSUN, YEMEYE YÜZÜN OLSUN”
Peki ne oldu da, “Basının amiral gemisi” Avrupa iskelesinden sessiz sedasız ayrılıp, bir yanıyla da İstanbul açıklarına demir attı.
Sabah Gazetesi’nin 31 Aralık 2024, Hürriyet Gazetesi’nin ise 31 Ocak 2025’te Avrupa baskılarını sonlandırmasının ardından, yeterli şekilde değerlendirilme yapılmadıysa da, konuyla ilgili olanlar tarafından acı son dile getirildi. İki gazetenin art arda Avrupa’da kepenk kapatması, sanki bekleniyordu oldu bitti gibi bir havada geçiştiriliyor. Mevzunun Türkiye ayağında konuşuldu mu bilmiyorum, medyada pek denk gelmedim. Avrupa Türklüğün sayısal varlığı yedi milyonu aşmışken, her anlamda Avrupa’da Türk potansiyeli yükselişteyken Ankara bu manada ne der, ne yapar bilinmez. Hatta bir şey yapıp yapmayacakları, Türkçe medyanın geldiği bu tablodan haberdar olup olmadıkları da muamma. Biz, süreci hatırlamaya devam edelim. Az da olsa yazılanlara, yapılan yorumlara bakıldığında Avrupa’daki Türkçe medyanın erimesine, daha çok “Gazete okunmuyor kardeşim, dijital çağdayız. Cep telefonu çıktı mertlik bozuldu, herkes sosyal medya habercisi oldu, gazetelere eskisi rağbet yok” gibi yorumları görüyoruz. İşin içinde olan bazı dostlar da, “Okura ne veriyorsun ki karşılık bekliyorsun, işi yönetme biҫimi zayıftı, ondan yürümedi bu iş” gibi görüṣleri dillendiriyor. Evet, bunların her biri bu yolun tıkanmasında birer etken, ama başka önemli nedenleri de var.
Misal, iki büyük gazetenin peş peşe Avrupa baskılarını durdurmasını, İstanbul merkezlerinden bağımsız göremeyiz. Yani merkezdeki karar vericilerin Avrupa Türklüğü’ne yayıncılık hizmeti verme, Avrupa’da Türkçeyi yaşatma gibi bir misyondan, hedeften uzaklaşmasının sonucu değil midir bu son? Dolayısıyla son on yıldır da okura nasıl ulaşırız, tirajı nasıl artırırız gibi hedefleri maalesef yoktu bu gazetelerin. Yani “istediler, ama beceremediler, yapamadılar” mevzusu değil bu.
Geçen akşam bizim Muhabirce portalımız üzerinden yaptığımız Muhabirce Bakış sosyal medya canlı yayınımızda usta gazeteci Muhsin Ceylan’dan „Bağa bak üzüm olsun, yemeye yüzün olsun” deyimini duydum. Bu güzel deyimi ilk kez duydum ve çok da beğendim. Konumuza da “cuk” diye uydu, bağa ne verildi, nasıl bakıldı ki yemeye yüz olsun. Evet, bir kere Türkçe medya mevzusuna Ankara el atmalı (ydı). Devletin basın yayın enformasyon müdürlüğü mü, iletişim başkanlığı mı, yoksa YTB mi bilmem, devletin bir kolu bu işin bir sorun olduğunu fark etmeli, soruna bir el atılmasının elzem olduğunu fark etmeliydi, ettirilmeliydi.
GİDİŞLER, ÇOK ÖNCEDEN BAŞLAMIŞTI
Sorun, sadece Sabah, Hürriyet meselesi değil. Oberhausen’de binlerin önünde, Bosna’da Avrupa’daki Türkçe medyaya gerekli desteğin verilmesine dair ifadeleri hatırlar gibiyim. Geçmiş yıllarda Frankfurt’ta, sonraki yıl Strazburg’ta Türkçe Medya çalıştayları yapıldı. Frankfurt çalıştayına katılmıştım. Her ne kadar yerel medyanın sıkıntıları, aşılamayan sorunları daha çok konuşulmuşsa da, genel olarak Avrupa’daki Türkçe medyanın sorunları başlıklar halinde gündeme getirilmişti.
Ayrıca Kanal Avrupa bir kaç kez Avrupa Türk Medya Zirvesi adı altında, toplantılar paneller düzenledi. Buralarda Türkçe medyanın durumu konuşuluyor, siyasiler, bürokratlar, misyon şefleri konuşmalar yapıyor, notlar alıyor. Peki söz konusu çalıştaylar ve medya zirvelerinde alınan notlar, tutulan protokollerin bir dönüşüne, Türkçe medyaya bir ilaç olduğuna şahit olabildik mi, hayır. İlacı geçtik, adam akıllı bir reçeteye acil ihtiyaç var. Bu bölüm, biraz devletin işi, mutlaka bir bildiği vardır devlet babanın, el atacağı vakti de o bilir diye düşünüyorum. Gelelim, yönetimsel sorun var, böyle olmazdı diyenlerin bakış açısına. Bilenler bilir gidişler, çok önceden başlamıştı, yeni değil.
(„Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden“-SESSİZ GEMİ)
Tercüman Gazetesi’nin Avrupa’dan çekilmesini, sonraki yıllarda Star Gazetesi’nin geldiği gibi gidişini hatırlayalım. Yakın zamana değinecek olursak, Sabah’ın yönetimsel işlerini çok bilmem, ama Hürriyet’in durumunu az da olsa takip ederdim. Zaten DHA Muhabiri olarak 2000 yılı itibariyle sık olmasa da, gidip geldiğim adresti, Mörfelden-Walldorf.
İsa Ağabeyin (Deveçeken) davetiylede bir iki defa merhum Zeki Domaç adına yapılan futbol turnuvalarında, Hürriyet takımında yer aldık. O turnuvalar bile başlı başına, Türkçe medyanın varlığını göstermeye yetiyordu. Walldorf merkezli farklı medya kuruluṣlarının kaynaşması güzeldi, Türkçe medya futbol turnuvası yapacak kadar kalabalık olduğunu gösteriyordu.
Güzellikler anılarda kaldı, Hürriyet serüvenine devam edelim. Çoğu arkadaş, ağabey, Hürriyet’in önceki sahibi Sedat Simavi döneminin çok iyi olduğunu anlatır. 1994 yılı itibariyle Hürriyet’in patronu olan Aydın Doğan, kurmayları Ertuğrul Özkök, sonradan Ahmet Hakan ve bir çok etkili isimin Frankfurt’a gelip gittiğini bilirdik. Yani orada Almanya’da bir Hürriyet’imiz var, medya merkezimiz var, durumu nedir, bir yönüyle ne alır, ne satar diye takip edilirdi diye zannediyorum. Zaten o ara, doksanlı yılların sonunda yakalanan ivmeyle tirajlar açısından Hürriyet yüz bin bandındaydı. Bunları niye yazıyorum, bu gidiş gelişler yıllar geçtikçe azaldı, bitti. Grubun el değiştirmesinden sonra da Hürriyet, yukarıda sıralı, iddialı ve rekabetçi özelliğini terk etti gibi bir havaya bürünmüştü.
2010 yılıydı herhalde Hürriyet Grubu, Avrupa’dan ilk olarak Milliyet ve Fanatik gazetelerini çekti. 2004 yılı itibariyle özellikle DHA muhabirlerinin haberleriyle başlatılan ve beslenen Euro D Avrupa Bülteni de, Milliyet’in gidiş dönemiyle yayından çıkartıldı. Daha sonra Hürriyet, yanılmıyorsam 2015 yılında, kimine göre sendikalaşma süreci nedeniyle, kimine göre başka nedenlerden dolayı Frankfurt merkezli kadrodan bir çok isimle yol ayrımı yaşadı. Ardından sahadaki bir çok muhabirle gazetenin ilişkisi kesildi. Hepsi kadrolu çalışan medya mensubu değildi, ama sahada yaptıkları haberleriyle gazeteyi ayakta tutan, haber başı ücret alan insanlardı çoğu. Gidenlerin yerine yeni isimler alınmadığı için de, esasen sahadan çekilmenin önemli sinyallerini veriyordu Hürriyet. Gazete, bir kaç önemli mensubunu da rakibi Sabah’a kaptırmıştı diye hatırlıyorum. Hürriyet’in otuzu aşkın medya çalışanıyla yollarını ayırdığı dönemde Sabah Gazetesi’nin dönemin Avrupa sorumlusu Miktad Karaalioğlu’na, Hürriyet aldığı kararlarıyla alanı size bıraktı gibi bir şeyler söylemiştim, Karaalioğlu da “Bu tamda böyle değil, asıl bizim için hiç iyi olmadı, rekabet olmadan başarı gelmez” demişti. Evet, bunun çok doğru olduğunu sonraki yıllarda ne yazık hep birlikte gözlemledik.
SİZİN BÖLGEDE VAR MI BİR GELİṢME?
Hürriyet sürecin devamında, Köln, Hamburg ve Münih bürolarını kapadı. O eski muhabir ağından, her bölgede var olma iddiasından giderek uzaklaṣtı. 2017 yılında grup el değiştirdi, grubun yeni sahibi Demirören Medya Grubu oldu. Bir sonraki adım, Hürriyet Avrupa yazı işleri, elli yedi yıl önce olduğu gibi İstanbul’a döndü. Öyle de olsa hakkını teslim edelim, yaptıkları sayfalarla Hürriyet yine Hürriyetti ama çıtayı yükseltecek, eskiden olduğu gibi her bölgede, her alandan haber getirecek bir muhabir ağı oluşturulmadı. Bir kaç Hürriyet muhabiri arkadaşın haberleri, biraz da Ahmet Külahçı, Murat Tosun dostlarımızın gayretleri ile Hürriyet 2025’i gördü. Kıymetli Ahmet Ağabey (Külahçı), “Temel sizin bölgede var mı bir gelişme” diye mesaj gönderirdi, artık 31 Ocak sonrası daha o mesaj gelmiyor, zira doldurulacak Avrupa sayfası kalmadı. Söz Ahmet Ağabeye gelmişken, geçmişte yakın arkadaşlara söylemiştim, bir de buradan yazayım: Olur da, bizim dostlarımız arasından, ya da başka kurumlarda “ya arkadaş bu yıl medya ödülünü kime verelim” diye düşünenler olursa, işte size isim Ahmet Külahçı. Ahmet Ağabey, otuz yılı aşkındır Hürriyet Berlin temsilcisi, medyada önemli işlere imza attı, son yıllarda yazdığı makaleleriyle de Avrupalı Türklerin beğenisini kazanmış bir isim olduğunu düşünüyorum.
İSTEMEDİLER, İZLEDİLER, BİR BİR KAPANDI MEVZU BUDUR
Hürriyet’in bu gidişine üzüldük mü, üzüldük, hem de çok. Ama yukarısı daha iyi bilir. Türkiye’deki siyasi konjonktürün bir cilvesi mi bilinmez, medyamızın İstanbul merkezleri, epeydir Avrupa yayınlarına şaşı bakıyor. Son yıllarda alınan baba reklamlarla iş bir yere kadar yürütüldü, yüz binleri aşan tirajın beş binlere kadar erimesine bakması gerekenlerin bakmadığı ortada. Sabah’ın ardından Hürriyet’in Avrupa baskılarını kapatma nedenleri farklı olabilir, ama genel olarak süreҫ tercih edildi diye düşünüyorum. Yani mevzu akışına bırakıldı, “oldu oldu, olmadı kapatırız” anlayışının olduğu çok açık. Hani “Son yıllarda kan kaybeden Türkçe medya nasıl kurtulur, okur ne istiyor, ne bekliyor, nasıl olur da gazete tirajı yüksetilir” diye dert eden oldu da, biz mi görmedik. El cümle yapamadılar, beceremediler değil, istemediler, izlediler, bir bir kapandı mevzu budur.
Ömrümüz olursa her gün sabahı görürüz de, Hürriyetimiz…. Muhabirce/Temel Elcivan/DÜSSELDORF