Sevgi eksildi, sevmiyoruz
Bugün “sevgi” kavramını kısaca irdeleyeceğim, anahtar sözcüklerle ana kavramlarla sevgiyi biraz sorgulayacağım.
Yalnız, bu aşk değil; sevgi. İkisini ayırt edemeyenler hemen bugünden itibaren ayırt etsin ve bu yazıyıyı saf bir sevgi kavramı (aşk değil!) irdelemesi olarak okusun. Ayrıca burada sadece sevgiyi/sevmeyi irdeleyeceğim sevmemek konumuz değil.
Son zamanlarda sevgisizliği gözlemledim çok fazla… Sevgi eksildi, o yüzden sevgi kavramını hatırlatmak lazım diye düşünüyorum, hoyratça boşa harcadığımız içini boşalttığımız pek çok kavram gibi sevgi de dejenere edildi, laçkalaştı.
Felsefe öğrencisi olduğum için (hâlâ öğrenciyim felsefeci olamadım, filozof hiç değilim. Akademik derecem “magistra artium” olsa da hâlâ öğreniyorum!! ) herşey benim için önce kavram, sonra içerik. Geçmişte sevgi kavramı ile ilgili bir sürü kitap -kimi zorunlu (ders için) kimi isteyerek- okudum. İçlerinde en sevmediğim Erich Fromm`un – Sevme Sanatı isimli kitabı idi… O kitaptaki bilgi-sevgi ilişkilendirmesi, sevmenin sanat olması- erdem/yeti olması filan…. Ooof içim bayıldı yine, hani şimdi diyoruz ya; “ya bi sus be adam!” (Rahmetlinin affına sığınarak ;-)…
Kendince sevmek
O zamanlarda da düşünürdüm, şimdi de aynı düşüncedeyim: Sevgi tamamen individüeldir. Yani enetelektüel jargonun indi- vıdı vıdısını bir kenara bırakırsak, her yiğidin yoğurt yiyişi gibi, sevmesi de farklıdır. Herkes kendince sever (Sevmeyedebilir ayrı konu o). Ama bu tamamen kişiye özgüdür; Aykut ayrı sever, Zeliha farklı sever. Hatta cinsiyetler arası bile farklar mevcut. O yüzden salt sevgi kavramına kitap yazmak onu betimlemek benim için geçersiz, çünkü o, yazarın sevgi “deneyimi” benim değil, senin değil.
Ayrıca genel geçer tek bir sevme de yok. Yani ben Seyfettin`i sevdiğim gibi Züleyha`yı sevmem, arkadaşımı sevdiğim gibi, fesleğeni sevemem. Gelincikleri sevdiğim gibi, kedileri sevemem, ağacı sevdiğim gibi, kırmızı ayakkabılarımı sevemem. Hepsini farklı severim.
Sevgi bilinci
Yani insan sevgisi ayrıdır, doğa canlı sevgisi, nesne sevgisi ayrıdır ve tamamen kişilere özgüdür. Günümüzün en önemli sorunu “sevgi kavramı”nın bilincinde olmamaktır. (Geldik mi Fromm hocaya :))
Sevginin eyleme dönüşümü sevmek. Sevmek için herşeyden önce sevilen “şey” ile bir ilişki kurulması gerekiyor; herhangi bir ilişki; bu sevilen “şey”e göre değişir. Sevilen şey olarak “insan”ı alalım. Bu arkadaş olur, karı-koca, kardeş, çocuk, aile, sevgili vs.. olur; farketmez ama sevdiğimiz insanları düşünelim ve bir de bizi sevenleri düşünelim. Bunu yaparkende şöyle kendimizden sıyrılıp karşımıza geçelim ve kendimize sevme ilişkileri bağlamında bakalım:
Severken beklentilerimiz var mı, koşulsuz mu seviyoruz? Sevgimiz, sevdiğimizi nasıl etkiliyor? Acaba bir zarar veriyor mu, severken sıkıyor muyuz, kısıtlıyor muyuz, sevgimiz bizi mutlu ediyor mu, karşımızdaki bizim onu sevmemizden memnun mu? Sevdiğimizin sevgimizi hakettiğinden, sevilmeye değer olduğundan emin miyiz? İşin içine “değer” kavramı da girdi şimdi, sevginin bu yönü ile ilgili sayfalarca yazılabilir, ama diğer soruya geçiyorum:
Ya nasıl seviliyoruz?
Bizi sevenlerin farkında mıyız? Sevenlerimiz için ne yapıyoruz, nasıl davranıyoruz, sevenlerimiz bizden memnun mu, biz herkesin sevgisinden memnun muyuz? Kendimizi sorguluyor muyuz, davranışlarımızı, eylemlerimizi? Biz kendimizi seviyor muyuz, ya da biz kendimize bakıp “sevilecek biriyim ben” diyebiliyor muyuz içtenlikle? Sevgiyi/sevilmeyi hakettiğimizi düşünüyor muyuz?
Hadi bakalım düşünelim beraberce samimice – Sevgimizi hakediyorlar mı? Biz sevilmeyi hakediyor muyuz? Sevgi eksikliğini; sevmediğimizi/sevilmediğimizi hissediyor muyuz? Ne yapıyoruz?
Almanya