Haberler

Bizim coğrafyadan berbatlıklar

Biraz ağır kaçabilir kantarın topuzu ama, durumun vahameti karşısında hiç kalır.

Bizim insanlar…kim bunlar, Türkiye coğrafyasından filizlenenler. Türkler demiyorum; Kürtlere, Ermenilere, Lazlara, Çingenelere ve diğer gruplara ayrımcılık olmasın, onlar da kendilerini ayırmasınlar: Bizim coğrafya insanı olumsuzlukları genelde bir diğerinin üzerine atar; hatta bölgesel genellemelere giderek tümüyle bir bölge insanını bile olumsuzlayabilir… Şimdi gelelim bizim coğrafya insanının ortak özelliklerine; berbatlıklarına:  

1)Sürekli bir memnuniyetsizlik, yakınma, ağlama, kadere-kudere, feleğe-meleğe isyan.

2) Dedikodu: Hep birilerinin arkasından konuşma, fesatlık etme.

3)Samimiyetsizlik: riyakarlık, iki yüzlülük, yalan söyleme, yüzüne gülüp arkasından konuşma, arkadan iş çevirme.

4) Kıskançlık/hasetlik: sürekli bir eleştiri; yapıcı değil yıkıcı eleştiri, cözüm üreten değil, bloke eden, yok etmeye çalışan eleştiri, çamur atma- karalama, önünü kesme/aşağı çekme.

5) Ayrımcılık: Evet yanlış okumadınız. Herhangi bir tartışmada/fikir ayrılığında hemen karşısındakini ötekilestirme, yargılama, dışlama… vs..

Listeyi daha uzatabilirim de bu kadar olumsuzluk yeterli konuya giriş için:

Amansız hasetlik hastalığı

Vatandaşı olduğum, ancak doğup büyüdüğüm topraklar olmayan bir ülkede yaşıyorum. Almanya’da ayrımcılıktan-dışlanmadan yakınan göçmen grubun başında gelir Türkler; Türkiyeden gelen herkes ;-).

Almanya’da doğup büyüyen nesilden olmadığım için benim olaylara bakışım, değerlendirmem, Almanyalı Türklerden ve Almanlardan farklı doğal olarak. Mesela bir ayrımcılık söz konusu olduğunda bu bana, burada doğup büyüyenler kadar etki etmiyor. Yani bir Alman bana “haksızlık” ettiği zaman bu bana, kendi milletimden olanların  bana yaptığı haksızlık/saygısızlık kadar deyim yerindeyse “koymuyor”.

Burada “ben” öznesini kullanıyor olmam, benimle iglili bir olaydan yola çıktığım anlamına gelmesin; ben öznesinden genele gidiyoruz.

Bizim insanda iflah olmaz bir hasetlik-çekememezlik hastalığı var. Irkçılıktan ayrımcılıktan yakındığı bir ülkede, eline fırsat geçse, kendisi, kendi milletinden olanın ayağını kaydırmaya çalışır. Milletdaşının herhangi bir başarısına seviniyor görünse de arkasından kuyu kazılmaya başlanınca, o da bir kürek alır girişir kazmaya.

Birisi bir kuruma mı geldi, terfi mi etti, hemen başlar çamur kazanı kaynamaya, en ufak bir boşlukta çamura bulanır şahıs. Hatta kendi milletdaşını yerle bir etmek için hergün sövüp saydığı Almanlarla bile birlikte çalışır; tüm imkanları seferber eder. Neden?

Bilmiyorum…

Biri, bir iş mi yapıyor, tebrik edilir başarılar dilenir, riyakarca,  ondan sonra başarması için destek verilmez de başarmasın diye köstek olunur. Karşıya geçilip akıl dağıtılır. Kişi bir işin altına sokulur yarı yolda bırakılır.

Veya birisi bir makam sahibi mi olmuş didiklenir, eğitimi, kültürü, özel hayatı, zaten haketmedi, zaten orada kalamaz diye kem gözlerle gözetlenip sahte sözlerle beslenir.

Basit bir örnek vereceğim, mesela biri bir yerde bir döner büfesi mi açmış, hemen karşısına, ya da yanına, dibine dükkan açılır, riyakarca “herkes kendi ekmeğini yer” diye bir uyduruk lafla savunma hazırlanır. Yani,  “yahu o dönerci, ben de buraya bir iskembeci ya da tantunici açayım  bir değişiklik olsun insanlar çeşit yesin” denmez. Çünkü beyni,  ucuz “Şark Kurnazlığı“yla  “ulen ne biçim götürdü paraları, ben de açayım dönerciyi ben de götüreyim paraları” diye çalışır…(Döner sembol, terzi dükkani da olur,  kırtasiye de olur)

Yaratıcılık-üretkenlik yerine taklide kaçar bizim coğrafyadakiler. Yapılan işi beğenmez, “gel sen yap” dersin yapamaz, “daha iyisini sen yap” dersin yine tık yok. “İyi olsun diye katkıda bulun” dersin, ortadan yok olur. Yani yaralı parmağa deva olsun diye “işe şu parmağa” desen gidip denizin ortasına çişini yapar…

Özeleştiri-özgüven eksik

Bu yazdıklarım bizim milletin var olduğu her sektörde-alanda geçerli. Dinlediğim gördüğüm yüzlerce örnekten süzdüm bunları … Örneğin, dernek kurarlar, bir sene içinde aynı bölgeden 15 dernek daha kurulur, köylerine mezralarına kadar… Hepsi de aynı şeyi yapar. 

Biri gazete çıkarır, öteki de gazete çıkarır; yapabilir miyim, olur mu, benim bu işle alakam nedir, demez…Taklit var ya; o yaptı ben de yapayım” mantığı. Biri internette blog yapar, diğeri de yapar …Yap tabii yap ama iki lafı bir araya getiremiyorsun, yazmaya calıştığın konularda bilgin yok zır cahilsin, amacın ne…Yapılanı yazılanı okusan öğrensen daha iyi değil mi…Yok…çünkü boş, özgüveni gelişmemiş, ezik, kavruk elinden gelen bu, beynini yaratıcılığa çalıştırmıyor, hazırcı, tembel çalıyor…

Tersi de mevcut…Birisi müdür mü olmuş bir kuruma, ya  yağcı yalaka çantacıları etrafına toplar ya da kimseyi yanına yaklaştırmaz; çünkü özgüveni eksik, korkar işi ondan daha iyi yapan çıkabilir…

Diyorlar ki  her kurumda mevkide, özellikle de kamuda daha fazla göçmen istihdam edilsin… Aman ne güzel… ayrımcılık olmasın…

En büyük ayrımcılığı göçmenler kendi aralarında birbirlerine uyguluyorlar, bundan söz eden yok…

Misafir misafiri istemez, evsahibi hiçbirini istemez misali, göçmenlerin birbirlerine tahammülü yok, bu tahammülsüzlüğün “bizim coğrafyasına” baktım sadece, beni ilk aşamada bizim coğrafyadakilerin olumsuzlukları ilgilendiriyor, diğerlerini de işin içine katarsak içinden çıkması zor olur…

Ha güzellikleri hoşlukları yok mu …vardır elbet, hiçbir şey, karşıtı olmadan varolamaz…Lakin tartı meselesi; mevcut koşullarda “çirkinlikler” ön planda….

Güzelleşmeler olması dileğiyle…

Grafikartplus Ajans

Diğer haberler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu