Bize özgü bir eğitim modeli: Köy enstitüleri
Köy Enstitüleri, Anadolunun 21 yöresinde tarıma elverişli arazisi olan köylerin yakınında, “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” yetiştirmek için, “Ordularımızın kazandığı zafer sadece eğitim ordusunun zaferi için zemin hazırlamıştır.
Gerçek zaferi bilgisizliği yenerek sizler kazanacak, siz koruyacaksınız” diye öğretmenlere seslenen büyük Atatürk’ün aydınlık yolunda yürüyen Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ile Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç’un öncülüğünde 17 Nisan 1940 tarihinde kurulmuştur. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ise onları desteklemektedir.
Köy Enstitüleri’nin kurulduğu tarihte nüfusumuzun %80’i köylerde yaşıyordu. Okuma yazma oranı çok düşüktü. Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda okuma yazma oranı % 5 bile değildi. Cumhuriyeti kuran kadrolar eğitimin öncelikle köyden başlaması gerektiğine inanıyorlardı.
Atatürk, “Bu ülkenin gerçek sahibi ve toplumumuzun temel ögesi köylüdür. İşte bu köylüdür ki bugüne değin bilgi ışığından yoksun bırakılmıştır. Bundan ötürü bizim izleyeceğimiz kültür siyasetinin temeli önce var olan bilgisizliği ortadan kaldırmaktır. Genel olarak bütün köylüye okuma yazma ve yurdunu, ulusunu, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafya, tarih, din ve ahlak bilgileri vermek ve dört işlemi öğretmek kültür izlencemizin ilk hedefidir” (1922; S.D.I) demişti.
Köy Enstitüleri’nin başlıca amacı kırsal alanı kalkındırmak, köylüyü eğitmek ve üretici duruma getirmekti. Dünyayı ve hayatı bilim, özgürlük ve demokrasi yönünde değiştirmekti. Bu atılıma toprak reformu eşlik edecek, toplumumuz çağdaşlık yolunda ilerleyecekti. Bunun için kollar sıvandı. Köylere gidilerek köy çocukları toplandı. Köyü, bizzat köyün içinden çıkan çocuklar aydınlatacaktı.
Köy Enstitüleri’nde demokrasi ve katılımcılık vardı. Kararlar yönetici, öğretici ve öğrenci üçlüsünün katkı ve onayıyla alınırdı. Böylece öğrencilerin sorumluluğu ve kendilerine olan güveni gelişiyordu. Kitaba deftere dayalı eğitim yerine “iş için, iş içinde eğitim” ilkesi uygulanıyordu. Köy Enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece ilkokul öğretmeni değildi; aynı zamanda ziraatçilik, sağlıkçılık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk konularını da uygulamalı olarak öğreniyordu.
1940 ve 1946 yılları arasında Köy Enstitülerinde 15 bin dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve ve üretim yapılmıştır. Aynı dönemde 750 bin fidan dikilmiştir. Oluşturulan bağların miktarı ise 1200 dönümdür.
Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel bu yıllarda Türk toplumuna 500 klasik eser kazandırmıştır. Bu çok önemli bir kültür olayıdır. Enstitülerde her öğrenci yılda 25 tane klasik roman okumakla yükümlüydü. Okuyan, düşünen ve tartışan öğrencilerin dünyası aydınlanıyor, önlerinde yeni ufuklar açılıyordu. Öğrenciler kendi tarihini, ulusal değerlerini öğreniyor; halk oyunları oynuyor, müzik dinliyor, müzik yapıyor, tiyatro sahneliyor, dünya değerlerinin farkına varıyordu.
Zamanın Amerikan hükümetinin hazırladığı bir istihbarat raporunda “Dikkatli olun Türkler büyük bir eğitim atılımıyla geliyorlar” denilmekteydi. Daha sonra Köy Enstitülerinin kapatılmasında Amerikalıların da baskısı olduğu da ortaya çıkacaktır.
Enstitü mezunlarına 150 parçaya varan alet ve edevat veriliyordu. Öğretmenler gittikleri yerlerde modern ve bilimsel tarım tekniklerini öğretiyor; arıcılık bilmeyen köylerde arıcılığı, bağcılık bilinmeyen köylerde bağcılığı başlatıyorlardı.
Mecliste bütçe konuşmalarında söz alan milletvekili Emin Sazak, “Köylere giden enstitü mezunları kendilerini birer Atatürk zannediyor” deyince Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ona, “ Bu çocukların her birinin birer Atatürk olması temenni edilir” yanıtını vermişti.
Köylere atanan öğretmenler köylüyü her yönden uyandırıyor, hak aramayı, mücadele etmeyi öğretiyorlardı. Ağalar, aşiretler, şeyhler, sömürücü güçler köylülerin uyanmasından son derece rahatsızdılar. Doğuda 175 köyün ağası olan Kinyas Kartal bir gün İsmet İnönü’ye, “Paşam, bu okulları kapat yoksa Doğu’dan oy alamazsın” demiştir.
Her ilerici harekete yapıldığı gibi Köy Enstitülerine karşı da asılsız karalama kampanyaları başlatıldı. 1946 yılında hükümetin seçimleri yitirme kaygısı ve muhalif milletvekillerinin baskısı sonucu enstitülerin müfredatında ve yapılanmasında amaçlarından uzaklaşan değişiklikler yapıldı. 1954 yılında ise tamamen kapatıldı. Yaratıcılığın ön plana çıktığı eğitim anlayışının yerine giderek geleneksel, ezberci eğitimin yerleştiği öğretmen okullarına dönüştürüldü.
İsmet İnönü, bir soru üzerine enstitüleri açık tutmaya gücünün yetmediğini belirtir ve şöyle der: “Kurultaylarda Enstitüler aleyhine bir cereyan başladı. Ben bunların doğru olmadığını yerine giderek tesbit ettim, ama bu o kadar yoğunlaştı ki grubu etkiledi. Grubun büyük çoğunluğu Köy Enstitülerinin aleyhine döndü. Bakanlar içinde Köy Enstitülerine karşı vaziyet alanlar çoğaldı.”
1954 yılına kadar 1.308 kadın ve 15.943 erkek olmak üzere toplam 17.251 öğretmen Köy Enstitülerinden mezun olmuş; Fakir Baykurt, Ümit Kaftancıoğlu, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Başaran, Ali Dündar ve Dursun Akçam gibi yazarlar bu okullarda yetişmiştir. Bu yazarlar Anadolu gerçeklerini anlatan eserler yazdılar ve toplumumuzun bilinçlenmesine büyük katkıda bulundular.
Köy Enstitüleri kapatılmasa, yaygınlaştırılarak sürseydi neler olurdu:
Köylerimizde modern tarım ve hayvancılık yapılırdı. Türkiye etini, pirincini, buğdayını, fasulyesini, nohutunu dışarıdan almak zorunda kalmazdı. Köylerimiz boşalmaz, kentleşme sorunları yaşanmaz, kentlerimizin varoşları gecekondularla kuşatılmazdı. Ülkemiz borçlanmaz, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz yabancılara satılmazdı. Bilinçli yurttaşlarımız yetişir, yanlış yönetimleri işbaşına getirmez, sömürge durumuna düşmezdik. Ülkenin yönetiminde aydın, yurtsever, çağdaş insanlar olur, çağdaş uygarlık düzeyini geçmek için çok yol katetmiş olurduk.
Köy Enstitüleri bize özgü, yaratıcı, yaşamın içinden kaynaklanan bir eğitim modelidir. İlkel tarımdan modern üretime geçme arayışıdır. Köy Enstitüleri insana ve doğaya duyarlı, iyiyi, güzeli ortaya çıkarmanın adıdır. Köy Enstitüleri Cumhuriyet aydınlanmasıdır; insanımızı kulluktan kurtarma, aklı ve bilimi kullanan yurttaş yetiştirme arayışıdır. Cumhuriyetimizin değerlerini, devrimlerimizi halka ulaştırma modelidir.
Bilim adamlarımız, üniversitelerimiz, eğitimcilerimiz bize özgü bir eğitim kurumu olan Köy Enstitüleri deneyiminden yararlanarak çağın gereksinimlerine ve ülkemizin gerçeklerine uygun, üretime dönük yeni bir eğitim modeli üzerinde çalışmalıdır. Meslek eğitimine önem verilmeli, Köy Enstitülerinin yanısıra Kent Enstitüleri de kurulmalıdır.
Hazırlanacak eğitim modelini ise ancak halktan yana, ülke çıkarlarını her şeyin üstünde tutan, çağdaş, demokratik bir iktidar uygulayabilir. Bunu gerçekleştirmek için mücadele etmek her yurttaşımızın görevidir.
KÖY ENSTİTÜLERİNİN BENDE BIRAKTIĞI İZLER
Köy Enstitülerinin kapatıldığı yılda doğmuşum, buna rağmen şanslıydım; Nallıhan Sakarya İlkokulu’ndaki öğretmenim Emin Güney, Hasanoğlan Köy Enstitüsü mezunuydu. Bizi düşünen, araştıran, sorgulayan, vatanını, ulusunu seven birer insan olarak yetiştirdi. Kendisini saygıyla anıyorum.
1965/ 66 öğretim yılında, Köy Enstitüsünde okuyan öğretmenlerimizin yoktan var ettiği bir okulda, Hasanoğlan Atatürk İlköğretmen Okulu’na girdim. Bizden öncekilerin yaptığı dershanelerde okudum, yatakhanelerde yattım, hamamlarda yıkandım. Onların diktiği ağaçların meyvelerini yedim, gölgesinde dinlendim. Öğretmenlerimizin bir kısmı Köy Enstitüsü mezunuydu. Aydın İpek, Veli Yalçın, İhsan Aksu, Himmet Şahin, Ahmet Tuncer, Osman Işık, Müzeyyen Işık, Mazhar İnal, Selahattin Kaynar ve Vahdet Köseren bunlardan bazılarıydı.
Hepimiz bir müzik aleti çalıyorduk; mandolin çalmak bir zorunluluktu. Bizler de bizden öncekiler kadar olmasa bile üretime dönük bir eğitim yapıyorduk. Tarım ve İş dersleri bizi köy hayatına hazırlıyordu. İş Bilgisi dersinde alet kullanıyor, kaynak yapıyor, demir ve tahtaya şekiller veriyorduk. Okulumuzun inekleri, tavukları, arı kovanları vardı. Bağ belliyor, tarlalarda sebze, meyve yetiştiriyor, fidanlar dikiyor, çeşitli aşılar yapıyorduk. Okulumuz bir çiçek bahçesini andırıyordu. Büyük sınıflarda ise okul tatillerinde yaz çalışmasına katılıyor, okulumuzun işleriyle, bakımıyla uğraşıyorduk. Yaparak, yaşayarak öğrendiklerimiz köylere gittiğimizde çok işimize yarayacaktı.
Okulumuzun zengin bir kitaplığı vardı. Başta Köy Enstitülü yazarlarımız Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın ve Dursun Akçam olmak üzere diğer çağdaş yazarlarımızın kitaplarını okuyor, tartışmalar yapıyorduk.
Öğretmen yetiştiren bu kurumun son mezunlarından biriyim. (1972) Daha sonra bu okullar önce öğretmen liselerine, ardından düz liselere dönüştürüldü. Eğitimin kalitesi de giderek daha da düştü. Geçtiğimiz yıllarda bir kaç kez eski okulumu ziyarete gittim; gitmez olaydım. Yatakhaneler, müzik salonu, hamam, sinema salonu adeta harabeye dönmüş, kapılar pencereler kırılmıştı. Çiçekler yoktu. Ağaçların, parkların, genel olarak okulun bakımsızlığı yüreğimizi sızlattı. Sorumlular eskiye ait tüm izleri silmek için ellerinden geleni yapmışlar. Vaktiyle Hasanoğlan Belediyesi bunları onarmak etmek istemiş ama yetkililer buna izin vermemişler.
Başta yöre halkı olmak üzere, enstitülerin kurulduğu 21 yerleşim bölgesindeki okullarda okuyan tüm mezunlar ve konuya duyarlı bütün yurttaşlarımız Köy Enstitüleri’nin kültürel mirasına; yapılan binalara, dikilen ağaçlara, bırakılan anılara sahip çıkmalıdır.