Haberler

Beyrut Düşleri

kızgın bir çölün içinden geçerken 
bir vaha olduğunu sanıyorum Samira
dağın arka yüzünü merak ediyorum…

her ihtişam batan güne dökülür 
batan gün kızıl kanlı bendire benzer
yaralı bir kalbe benzer Sabra’da…
ıssız kırların ortasında
kendi cumhuriyetini ilan ediyor yalnızlık
hiçliğin tüm bilgisi 
ruhumuzun acıya en açık 
en gizemli 
büyüyünce unutursun dedikleri yerde
çocukluğumuzun derinliklerinde gizli Samira…

hiç bu kadar uzun susmadın Samira
hiç bu kadar suskunlukla konuşmadı gözlerin
gözlerimi
hiç bu kadar zamansız yolculuklara götürmedin…

taşkın suların
dağdan çaldığı kara bir çakıl taşıdır yazgımız
kekre solukları bir şarap karasıdır
derin bir denizin yalnızlığıdır… 
keşke biraz susabilse sular
biraz susabilsem
bu sis var ya sevdiğim
iklimine aldanıp
puslu bir sokağa dağılan ezgisi yağmurun…
unut desem şimdi
dünyanın sahipsizliğini
mavinin gömüsünde saklı safiri
unut desem
yitik masum sevinçlerini çocukluğumuzun…
sana kavuşabilme ihtimalini
şafağın kızılına savurduğum 
düşlerini Beyrut’un
unutur musun Samira
unutur musun…

sensiz kalmak Cizre’dir, Sabra`dır, Şatilla`dır
bir anne ölen kızının adını ne çok andı o gün
o gün ne çok acı ve ne kadar az isyan vardı
ölü bedenlerin saatleri hâlâ çalışıyordu Samira
ruhumda ağırlaşan zamanın yüzünde solan hüznü
mühleti dolmamıştı henüz günbatımının…

anımsadım Samira
gözleri bal koyuluğunda

Cebal-i Byblos’tan geçen
Astart’ı
Güvercin Kayaları’ndan denize batmış 
kırmızı kuru güllerini

anımsadım…
sanırım tanrı geçti buradan Samira
martı kanadından bir tutam kül bıraktı
şehrin üzerine
namı yürüyor yine de 
gittiğini bile bile

gecelerde tepinen şehrin…
serin bir esinti ürperirken ruhumda
elbet biter güneşe hasret günler
seni düşünürken
bir tebessüm iner gözlerime

gamzelerine…
bir yıkım mevsimidir
üzerime yıkılıyor ne kadar yalnızlık varsa
ama hiç bir acı yıkamıyor yüreğimizi…
Şatt-ül Arap’ta batan gemidir sensizlik
dört yanım yalnızlık limanları sevdiğim
dört yanım 
seferden men edilen gemilerin
metal enkazları 
son nefesini veriyor bir miço
dar güvertesinde yüreğinin…

bir kan damlası düşüyor toprağa
zaman ürperiyor Harissa’da 
acılarımdan tanırım bu şehri Samira
şehirde büyütmeye çalıştığımız umuda dair ne varsa
kanla bilenen hıncıyla
Falanjistlerin öldüren kuşatması altında…
Kahwet-i Leila`da sen, ben
ve balık fosilleri 
akvaryum izler gibi 
bakışlar fırlatıyor tanrı şehrin üzerine
üzerimize
ama nafile

temmuz güneşine rehindir umutlarımız…

Afrodit`in sadece incir arak`ı içtiği
bulgari takıların şıkırtısı altında
mezarlıkta Fatiha’nın yanına

İsa ikonası yerleştiren Maruni bir kadın ve 
sokaklarında Filistinli çocukların morarmış cesetleri
her inancın

dip dibe tapınaklarının hiçbir işe yaramadığı 
kırık kalpler cumhuriyeti`nde Samira

fazla güzellik lanettir
İsa`yı Doğu`da her sabah 
Akdeniz`e karşı çarmıha germek adettir…

Josef Kılçıksız

 

Grafikartplus Ajans

Diğer haberler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu