“Sinek” ve “Hediye”
Eylül ayına günler kala, söveleri eski tahtadan, çift camdan bir pencere; bir tutam rüzgâr, krem renginde bir perde ve bu ambiyansının tamamlayıcı “sinek vızıltısı” tek harfle ifade etmek gerekirse “zzzzzzz”. Tercihen 90’ların başı ( normalde 80’lerin sonu ama bu ifade daha yaşlı gösterecekti ) “söve” kelimesi ile “ambiyans” kelimesini aynı paragrafta kullanıyor olmanın bir “tık” mahcubiyetini yaşıyorum. “Tık” ifadesi aynı zamanda sinek vızıltısının harf simgesi de olan “z” kuşağına gelsin.
Bir hasta, yüzünde beyaz ince tülden bir çember ( yazma ); elimde yaprakları canlı bir kavak dalı; görevim hastanın yüzüne sinek konmasını engellemek. Hasta “Hediye”. Eğer dinç olsa idi hastayım demezdi yorgunum derdi. Bu yorgunluk; çok çalışmanın, kendini yıpratmanın yorgunluğu. Çok çalışmaktan değil de nafile çalışmaktan pişman ve kendi deyiminin meali ile Cumalar da çok erken geliyor, ömür dediğin gelip geçiyordu.
Sinir bozucu vızıltıları, onların varlığının habercisidir. Aynı fikirde değilim… Sinek olmasa ve küçük bedeninden çıkan yüksek desibelli sesi olmasa bildiğin işsizdim ben. İşimi seviyordum, daha doğru ifade ile “Hediye” yi seviyordum. Çok ifşa etmek istemiyorum ama galiba bu sinek vızıltısını da, kavak dalını sallayıp sinek kovduğumu sanmayı da… Kavak dalından rüzgâr yapıyordum karpuz kabuğundan gemiler yapmak yerine ve bu rüzgâr serinlik adı altında şifa veriyordu hastaya. Yok, bana öyle gelmiyordu, tam olarak öyleydi çünkü uyuyan güzelde hafif gülümseler yakalıyordum.
Dışarda kaybolan yılları yerine alaca buzağıyı arayan sesler ve bu seslerin demir meşeden yansıyan geri dönüşü. Merkezi sistemin keşfedilmediği bir dönem ve ölümü hatırlatan sala verilişi. Bu sala Cuma olduğunu ilan ediyordu lakin ölümün varlığını daha çok hissettiriyordu. Yine haklı çıkmıştı “Hediye” yine 7 gün sonra değil 2 gün sonra gelmişti Cuma.
Oda taş kireçten yapılmış badana kokuyordu, ya da taş kireç kokuyordu da suçu badanaya atıyordu. O değil de! Yer döşeğinde bir hakikat yatıyordu: Lavaşın üzerine yağ sürüp “güneşe tut erisin öyle ye” diyen sanat güneşimiz şimdi hasta yatıyordu. Sinek vızıltısı ona da bana da ninni gibi geliyordu. Yüksek perdeden bir vızıltı, uçmak için harcanan enerjinin sesi; insan bu sesten nasıl rahatsızlık duyabilir ki, hayret etmemek elde değil.
Henüz okuma yazma bilmiyordum yoksa o gün yazacaktım bunları da sen o zaman okuyacaktın. Taş kireç alıp evini badana etmek, pencereni açıp rüzgârın perdeyi havalandırmasını izlemek isterdin bir de kendisini görmeden önce vızıltısını duymak sineğin. Sinekler birbirinin ses tonunu taklit ediyor duyuyor musun? Duymuyorum deme çocukluğun duymak istemiyor bu kadar vurdumduymazlığını. “O da değil de öleceğiz !” Bu da nereden mi çıktı şimdi? Bunu mu tartışalım şuan!
Sineklerden biri tahtadan, macunu kopmuş çift camın arasına girdi. Bu yeni durum vızıltısında mikrofon etkisi yarattı. Acaba çıkartsam mı onu o hengâmının içinden…. Kendi hengâmı içinde çırpınırken insan; sineğin “zzzzzz” harfine takılı kalmak sizce de fazla sürrealist bir yaklaşım değil mi? Perdenin üzerindeki geometrik şekiller içerisindeki çiçek desenlerini insan suretinde hayal ederken, sıvası eskimiş ancak badanası tazecik duvar boşluklarında canlandırmalar yaparken; bir sinek “Hediye” yi bırakıp benim yüzüme kondu, beni seçti beni; hastayı değil de refakatçisini.
Ne ara tarih 2023 Ağustos sonu oldu, elimden kâğıt para muamelesi yaptığım kavak yapraklarını kim aldı, tüm suç sinekte o kadar anlamlı vızıltısı vardı ki uyuya kaldım. Olacağı buydu işte! Uyuya kalmak güzel de uyanıp şuan acaba neredeyim, ne çabuk geçti yıllar hissine kapmak hüzünlü. Uyumak güzel de uyandığında sinek ve Hediye’yi görememek hüzünlü.
Muhabirce/23 Ağustos 2023 / Güngör Güner GÜR