TRT 1: Büyük Sürgün Kafkasya
TRT 1 de Büyük Sürgün Kafkasya diye bir dizi başladı. Salı günleri yayınlanan dizi, Fırat Sunel`in Salkım Söğütlerin Gölgesinde ve Gürsel Balcı`nın Sınırdaki Sır adlı romanlarından serbest olarak uyarlanmış.
Şimdiki Asmara (Eritre) Büyükelçisi Fırat Sunel romanını Almanya`da Düsseldorf Başkonsolosu olduğu dönemde tamamlamış ve yayımlamıştı.
O zamanlar Deutsche Welle`de çalışıyordum ve kitabı okuyan, ilk kitap eleştirisini yazan bendim.
Şimdi kitabı okumadan diziyi izleyenlere yardımcı olur diye tekrar Muhabirce`de yayınlamayı uygun gördük.
+++++++
Fırat Sunel`den bir sürgün öyküsü: Salkım Söğütlerin Gölgesinde
Türk dışişleri temsilcilerinin mesleki deneyimlerini anlattıkları anı kitapları yaygındır, ancak Fırat Sunel, bir aşk ve sürgünü anlatan dönem romanı yazan ilk dışişleri temsilcisi. Diplomatlık dışında yazarlıkta da adını edebiyat dünyasına yazdıran Sunel, bu arada ikinci kitabı olan “İzmirli”yi de Asmara`dayken yayımladı.
Fırat Sunel, “Salkım Söğütlerin Gölgesinde” adlı ilk romanında, İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan bir dramı anlatıyor. Kitabın kapak tasarımı, ilk bakışta klasik bir İkinci Dünya Savaşı romanı olduğu izlenimini veriyor. Fakat kitabın adındaki romantizmin kapaktaki resimlerle yarattığı tezattan, bu romanın aslında savaşın ötesinde bir şeyler sunduğunu düşünüyorsunuz. Zaten, kitabın arka kapağındaki kısa özet de bu ilk izlenimi doğrular nitelikte.
“Hayvan vagonlarının içine istiflenmiş on binlerce insan, kendi elleriyle yaptıkları demiryolunun üzerinde bilinmeyen bir yere sürülürken, o gün Ahıska şehrinde hiç kimse, evlerinden çıkmaya cesaret edemedi…”
Savaş döneminden insan manzaraları
Öykü, İkinci Dünya Savaşı yıllarında -Türkiye’ye sınır komşusu- Gürcistan`da geçiyor. 1944 yılının sıcak bir ağustos gününde, Gürcistan`ın Ahıska bölgesinin (Gürcistan`daki ismiyle Akhaltsikhe) bir dağ köyünde, henüz horozlar ötmeden gözümüzü açıyor ve köyün öğretmeni, -kitabın temel karakterlerinden– Vitali Efendi`yle tanışıyoruz.
Sovyetler Birliği`nde en yüksek madalyalardan biri sayılan “Lenin Nişanı”nı göğsünde gururla taşıyan; annesi Rus, babası Ermeni olan Vitali Efendi’yi, Bolşevik ihtilalinden başlayarak ömrünü adadığı idealleriyle yoğrulan geçmişi sıkça ziyaret eder.
Bu geçmiş aslında, pek çok insanın hatırlamak dahi istemeyeceği olaylarla doludur. Vitali, inandığı idealleri için kendi hayatının bir yıkıntıya dönüşmesini dahi önemsemez, yarım yüzyılı geride bırakan yorgun bedeninde hâlâ coşkuyla atan kalbini, köy çocuklarına devrimin yüceliğini anlatmaya adar.
Bir yandan da, saygın ve etkili biri olmasına rağmen Sovyet gizli polisinin ürküten baskısını o da farklı bir boyutta da olsa her zaman üzerinde hissetmektedir. Kitabın sonunda, gördüğü ve yaşadıklarının etkisiyle, o güne kadar inandığı ideallerinin, devrimin ve Stalin rejiminin acı bir muhasebesini yapmak zorunda kalır. Romandaki anlatıcı “Artık vicdanını susturamıyor, bunca yıldır boş idealler peşinde koşup, bu düzene hizmet ettiği için kendine lanet yağdırıyordu. Bunun için mi adamıştı bütün hayatını?….” satırlarıyla, Vitali`nin pişmanlık da içeren muhasebesinin sesi oluyor.
Savaşın trajik yansımaları
Romanın baş kahramanı küçük Ömerle birlikte, savaş zamanında bile canlılığını yitirmeyen Ahıska’daki renkli pazaryerini ve her birinin başlı başına bir roman olacak hayat hikâyeleriyle Gürcü, Türk, Ermeni, Yahudi ve Azeri sakinlerini tanıdığımız ikinci bölümde, bir isim bombardımanına tutulduğunuz hissine kapılsanız da, bu fazla uzun sürmüyor; karekterlerle kısa sürede kaynaşıyorsunuz.
Savaş günlük hayatın her boyutunda kendini gösterir. Cepheden uzak Ahıska`da kan, barut ve ateş olarak hissedilmese de, askerlik çağındaki bütün erkeklerin cepheye çağrıldığı kentte her gün bir ailenin içine ateş düşmektedir. Cephedeki yakınlarından bir haber alabilmek umuduyla yanıp tutuşan insanlar, pazaryerinin paslı hoparlörlerinden dinledikleri Moskova Radyosu`nun haberlerini sabırsızlıkla beklemekte, o an sanki hayat durmaktadır. Çocuklar için ise savaş eğlenceli bir oyundan ibarettir.
Nino ile Cemil`in aşkı
Ömer`in büyük ağabeyi Mehmet ile karşı köydeki yakın aile dostlarının oğlu Gürcü Nika’nın ağabeyi Mişa cephededir. Bir gün küçük ağabeyi Cemil de cepheye çağrıldığında, Ömer savaşın acıtan yüzünü daha yakından tanıyacaktır. Cemil, Ahıska`nın en güzel kızı, çocukluk arkadaşı Nino’ya aşıktır. Nino da Cemil’e tutkundur, ancak ikisi de birbirlerine duygularını itiraf edemezler. Cemil, bütün sevdiklerini ve kalbini açmayı beceremediği Nino’yu ardında bırakarak cepheye gider.
Cemil askere giderken, kardeşi Ömer`in arkadaşı Nika`ların evinde ise çifte bayram vardır. Nika`nın askerdeki ağabeyi Mişa, aldığı yaralar yüzünden erken terhis edilmiştir. Birinci Dünya Savaşı`na katılmak üzere köylerinden ayrılıp giden ve bir daha haber alamadıkları amcası Otar`ın 30 yıl sonra köye geri gelişi de Mişa`nın dönüşüyle aynı zamana rastlar. Ömer`in annesi Selvi Hanım, Otar`ın Hızır Peygamber olduğuna ve köye geldiğine inanır. İki oğlunun da askerden döneceği günlerin yakın olduğu ümidiyle beklemeye başlar.
Kafkasya`ya imgesel yolculuk
Vitali Efendi gibi romanın ana karakterlerinden biri olan Otar, iki dünya savaşı arasındaki zamana çok şeyler sığdırmış, çok şeyler görüp geçirmiştir. Fakat onun yaşadıkları ve edindiği tecrübeler, Lenin Nişanlı Vitali Efendi`ninkinden çok farklıdır. İdeallerine hayatını adamış Vitali, Petrograd`da Bolşevik ihtilali içinde saf tutar, Rus İç Savaşı`nda cepheden cepheye koşarken (Vitali gençliğini hatırlarken yazar okuyucuyu ince üslubuyla 1917 Rusya’sına götürerek aşk ve ihtilâli bir arada yaşatıyor), Kafkasya dağlarının eteğine yerleşen Otar`ın ise Bolşeviklerden nefret etmek için yeterli sebebi vardır. Bu iki orman kahramanı üzerinden yazar, okuyucunun benimseyip içine sindirdiği iki temel karakterin, diğer bir deyişle iki “iyi”nin birbiriyle çatışmasını özgün bir şekilde aktarıyor.
Kahramanlarımızın geçmişe yaptıkları zihinsel yolculuklar romana ayrı bir zenginlik katmış. Özellikle Otar`la birlikte Birinci Dünya Savaşı sonlarında Tiflis`e yapılan, içinde herkese tanıdık gelebilecek unsurlara da rastlanan siyah-beyaz bir tarih yolculuğu oldukça ilginç; Kafkasya bölgesinin ve insanlarının renkli dünyaları ve masalsı yaşantıları çok canlı bir dille anlatılmış.
Bir gecede Türk köylerine baskın
Savaşın gölgesinde insanlar aşklarını, acılarını, umutlarını günlük hayatlarıyla harmanlamış yaşamlarını sürdürürken, birden bire birşey olur, beklenmedik bir şekilde tüm olayların akışı hoyratça kesilir ve bir gece askerler, bütün Türk köylerini basarak insanları kimini yaya, kimini kamyonlara istifleyerek Ahıska kentine götürürler. Köylüleri orada, kendilerini Orta Asya`nın buzlu bozkırlarına götürecek yük ve hayvan vagonları beklemektedir.
Gözden “kaçan” büyük bir tarihi dram
Romanın ikinci yarısının son bölümleri bu hüzünlü sürgün hikâyesini anlatıyor. 100 binden fazla insanın 40 gün süren bu ölüm yolculuğunda 30 bin kişi açlık, soğuk ve hastalıktan feci şekilde can verir. İnsanların yolda çektikleri ızdırap öyle etkileyici bir şekilde resmedilmiş ki, okurken bir yandan hüzünleniyor, bir yandan da geriliyor; midenizi kemiren açlığı, çaresizliği ve vagonların tahtaları arasından sızan öldürücü soğuğu hissediyorsunuz. Bir solukta okunacak, günlerce de akıldan çıkmayacak bir bölüm.
İlk başlarda okuyucu, Cemil ile Nino`nun aşkının devamının geleceğini düşünüyor ve bir mutlu son beklentisine giriyor; ancak sonlara yaklaştıkça, bölünmüşlüğü, bir yarım kalmışlıği hissediyorsunuz. Yazar da bunu küçük Ömer üzerinden okura iletiyor.
“Çocukluğunun en güzel anlarının artık geride kaldığını, bundan sonra hiçbir şeyin aynı olmayacağını ve o zamana kadar yaşadığı güzellikleri hayatı boyunca bir daha böyle doyasıya yaşayamayacağını, bir şeylerin hep eksik kalacağını henüz bilmiyordu….”
Romanda, dönem özellikleri olabildiğince iyi yansıtılmış. Bazı bölümlerdeki betimlemeler ağır ve uzun gelebilir, ancak sinematografik ögeler, sade ve lirik anlatım, hikâye boyunca pek bilmediğimiz bir tarihi kesitin, olayların ve kahramanların, gözümüzün önünde kolayca canlanmasını sağlıyor.
Sunel`in özgeçmişinde, romanı Tiflis Büyükelçiliği`nde dört yıllık müsteşarlık döneminde kaleme aldığı belirtiliyor. Zaten her satırında, yazarın konuya ve bölgeye hakimiyetinin izlerini görüyorsunuz. Satır aralarına sıkıştırılan yerel deyimler tam dozunda ayarlanmış ve okuyucunun sıkılmadan romanın atmosferine daha iyi kapılmasını sağlıyor.
“Salkım Söğütlerin Gölgesinde” İkinci Dünya Savaşı`nın nedense pek fazla üzerinde durulmayan büyük bir dramını öykülüyor.
Hülya Sancak/ Düsseldorf
Gürcistan fotoğrafları: Fırat Sunel
[ Salkım Söğütlerin Gölgesinde- Fırat Sunel, Profil Yayıncılık Ocak 2011, 400 sayfa, 12,90 ISBN : 9789759963019]