Yayıncılığa başladığım dönemde ondan fikirler edinmeyi çok istedim, iki üç kişiye kendisine nasıl ulaşabilirim diye sorduğumda “geçimsiz bir adam olduğunu, vazgeçmemi” önerdiler. Zor insanları severim, artık tanışmak farz olmuştu. Nasıl, ne zaman derken Ratingen Kütüphanesi`nde, Kamil Masaracı`nın karikatür sergisinin açılışında karşıma çıkıvermişti. Arkadaşlar haklı çıktı, pek ortamın suyuna giden bir adam değildi. Konu Ruhr Kitap Fuarı`na geldi, 2014 yılında onur konuğu olarak davet edilmişti. Eli boş gitmek istemediğini, bir kitap hazırlığı içinde olduğundan bahsetti.
Fuar zamanına dek Tayfun abi ile bir iki görüşmemiz daha oldu, kitabını heyecanla bekliyordum artık. Nede olsa en sağlam ürünlerin geçimsiz/huzursuz adamlardan çıktığına tanık olmuştum…
Ruhr Kitap Fuarı 2014: Onur konuğu Tayfun Demir
Söz verdiği gibi fuara eli boş gelmemişti Tayfun abi. Lokum, kurabiye niyetine elinin altında “Huzursuz Misafir” kitabını alıp gelmişti. Fuar alanına birgün önceden kendi standım için gittiğimde bir köşede üstüste bırakılmış kolilerin üzerinde ismi yazılıydı, en üstteki kolinin kenarını açıp kitabın birini yürüttüm. Kimlerin hakkını çaldıysam helal etsinler!
O akşam okumaya başladım Tayfun abinin kaleminden çıkan yazıları. Kitaba gelmeden fuar konusunda bir iki cümle etmem gerek, içimde kalmasın: Elbette Tayfun abi uzun yıllar verdiği emeklerinden dolayı “onur konuğu” olarak davet edilmeyi hak etmişti, aslında geç bile kalınmıştı. Açılışta sahneye davet edilmesi, ismine methiyeler dizilmesi bir yana, beni daha çok ev sahibine hediye ettigi kitap ilgilendiriyordu. Bizde adettendir, misafirin getirdiği herneyse yine misafirin önünde açılır, ikram edilir, beraberce tadına bakılır. „Huzursuz Misafir“ için aynı şeyi söyleyemeceğim. Kitap için ne özel bir köşe hazırlanmıştı, ne de bir imza/ okuma günü. Benim görüşüme göre bu durum sadece “yanyana fotoğraf çektirelim” (bizim selfie dediğimiz cinsten) muhabbetinden öteye geçememişti. 2015 Leipzig kitap fuarında Jan Wagner`e verilen ödülü ve kitaplarının tanıtım şekli düşüncelerimi yeniden onaylamıştı. Bu eksiğin kaynağı tam olarak nerdeydi, bilemem. Kulisinde büyük emek harcanmış organizasyonların bu tür incelikleri hesap edememesi geride bir boşluk bırakabiliyor.
Bir ömrün aryası ve gereksiz ara sesler
Hiçbir yazı gerçeğin sularında yüzemez, kelimelerin gücü herşeyi anlatmaya yetmez, anca gerçeğe yeni bir astar çekebilir. Tayfun abi`nin kalemi gerçeği gerçekten öte bir masala dönüştürebiliyor. Kafasında, yüreğinde meğer neler biriktirmiş yıllar boyunca. Bu tılsım zaman zaman sıralanan isimler/ değinilen kurumlar/ bir kitapta herşeyi anlatabilme telaşıyla sekteye uğruyor. Kültür alanında yaptığı çalışmaları, türk edebiyatının en önemli isimlerini/ ressamlarını/ tiyatrocularını vs. Almanya`ya davet etmesi gibi veya Duisburg Otobüs Kütüphanesi fikrini, konu göçmenlere güzellik sunma olduğunda cebinde akrep olan Alman bürokrasisine rağmen, uygulamaya geçirebilmesi göz ardı edilemez. Sanıldığı kadar kolay değildir bu mücadeleler, biz millet olarak ne kadar kıymetini biliriz, yine ayrı bir konu!
Bir okuyucu olarak kendi kendime „ Hadi Tayfun abi, s..tir et diğerlerini, seni anlat bana, en çok senin hikayende debelenmek istiyorum“ diye kendi kendime söylendiğim de oldu.
Bu notlar ne kadar önemli olursa olsun benim okurken en keyif aldığım duygu ve hüzün mahremiyetinin ortadan kalktığı bölümler.
Geçmişte ve gelecekte kendime bulduğum, üzerime en çok yakışan kimlik bu olmalıydı; yalnızlık. Biliyordum, bir böcek gibi içime kapanıyor, kendime, ulaşılmaz bir kabuk örüyordum. Biliyordum, kıvranacak, acılar çekecek, yeni düşünceler, yeni umutlar kuşanarak, kırıp çıkacaktım bu kabuktan.
Yazar böylesine güzel, kafka hassasiyetiyle dolu cümlelerle, okuyucusuna kendi manifestosunu sunabiliyor:
Kendi beceriksizliğimle içine düştüğüm komik, hüzün verici durumlarda geri çekilmeyi, kendi halimde yaşamayı öncelediğim zamanlar oldu. Ama bir süre sonra yapılması gerektiği düşündüm…..Ağlaya sızlaya üstesinden gelmeye çalıştım. Bu sıkıntılardan zaman zaman kaçabilmek için tüm bunların dışında beni var kılacak bir kimliğe sahip olabilmek için soyundum, olmadı, tek bir yol, tek bir çözüm vardı, alıp başımı gitmek.
Yaşadığımız zamanda herkes kendisini kusursuz gösterirken, kusurlarına her türlü yamayı mübah görürken Tayfun abi kendisiyle yüzleşmeyi seçmişti. Bu kadar çoğalabilmesinin, insanlara dokunabilmesinin en büyük sebebi budur zaten. Amaç sentetik kanallarla boyunu posunu göstermek değil, bir kazının olabildiğince derinliğine inebilmekti.
Bir Metin Altıok şiirinde geçen “kendine sürgün” vurgusuna daha çok yaklaşmamızı sağlıyor veya Bilge Karasu oyununlarında olduğu gibi “toplumun basiretsizliğine” hayıflanıyor. Tüm bunları kendini çemberin dışında bırakarak değil, tam aksine, kendi eksikerini, zaaflarını ortaya sererek yapıyor, yapabiliyor.
Gülle gibi bir dil
Yukarda sıraladığım isimlere takmaya gerek yok. Onlar sadece yazarken benim yaşadığım hissi kaymalardır. Tayfun abi o bahsettiği kabuktan ne kadar çıktı veya çıkamadı, bunu kendisi dahil, kimse çözemeyecek galiba. Çok önemlide değil, aslolan kendisinin bu kabuk içinde gülle gibi bir dil yaratmış olmasıdır. Fuar alanında türkçenin kilidini en iyi çözmüş kalemlerden biri olan Hilmi Yavuz bir saat kitabı karıştırdıktan sonra bana dönüp „Yav, bu Tayfun nasıl güzel yazmış“ demesi boşuna değildir. Hilmi hocanın sanat/ kültür yazılarını okuyanlar beğenmediğini gözünü kırpmadan alt üst edebileceğini bilir.
Bahsettiği çocukluk/gençlik dönemlerinin yanı sıra göçmenlik/ uyum meselelerine dokunuyor. Van gölünün kenarından Almanya`nın Ruhr sularına dek uzanan bir hikaye. Ilk hevesler, mücadeleler, yayıncılık, sendikacılık, yenilgiler, yolculuklar, kaybedilen yol arkadaşları…
Yıllar geçsede bir merak seziliyor hala cümlelerinde. Hayatı iyisiyle kötüsüyle kucaklayan bir merak. Babasının Adana`ya tayin edilmesiyle Istanbul/ Okmeydanı semtinin bir mahallesine gelip burada derme çatma bir gecekonduya yerleştiği anlar sanki tüm geleceğinin önsözünü yazmış:
Hayat yenilmekle, yeniden başlayabilmekle hikayesini buluyor. Çok şey toplamış Tayfun abi, yüküne aldırmadan…!
Notlar:
28 nisan günü 19.30`da Tayfun Demir`in okuması olacak, tavsiye edilir.
Yer: Kulturraum “die flora”
Florastr. 26/ 45878 Gelsenkirchen
Husursuz Misafir bu yılın mart ayında “Der rastlose Gast” ismiyle Wofgang Riemann tarafından çevrilerek almanca yayınlandı. Türkçe okuyanlar elbette kendi dilinde yazılanı okusunlar. Çeviriyi Alman arkadaşlarına/ komşuya/ sevdiklerine, yani sırf almanca okuyabileceklere hediye etsinler. Güzel bir armağan için iyi bir seçim.
Dinçer Güçyeter/ Almanya