La Tahzen! (Üzülme)
(Allah aşkı üzerine bir damla çırpınış denemesi)
“Eğer iddianızda samimi iseniz!” Allah’a olan aşkınızla hem dem olun. Kimselere duyurmayın, yüreğinizi de olup olmadık insanlara da açmayın. Çok net söylüyorum üzülürsünüz. Ama yapamayacaksınız bunu ki, asla yapamayacaksınız. Birine çıtlatmak isteyeceksiniz kalbinizin ağrısını. Bunun yerine Yaratan’ın öğrettiği tüm hislerle ve hisselerle yine Yaratan’a teslim olunuz. Ah keşke bunu yapanların ilki ben olsaydım. Âdemoğlunun şaşkınlığı işte bu; öğüt verir de kendi bir pay almaz bu öğütten. “Bazı taşlar da var ki, Allah korkusuyla yuvarlanıp düşer” bir taş kadar da olmadın be canım dediklerim ve bir de kendim. Yön arama, işarette arama, istediğin yöne dön; tam bir serbestlik öyle dön ki, boyaların en güzeli Allah’ın boyası ile boyanarak geri dön. Gücün varsa kal orada tabi; ama döneceksen boyan da öyle dön.
Bu aşk ateşine düştüğünde yüreğin, yüzünü hep göğe doğru çevirip durursun çaresizce. Ateşe ne kadar da dayanaklıydın ki, ölüm gibi bir şey oldu ölmedin. “Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız?” hitabı ile dirildi bu can hem de kaç kez. Sayamazdım ki!
Geçti dost kervanı diye LA TAHZEN! (ÜZÜLME) Sınanmayan dostluk hep maluldür. Kalbin tam mutmain olmadı belki bu son sözüme, size bundan daha gerçeğini bildireyim mi? Tabutunu taşıyacak dört (4) dostun var ise çok dostun var. Başa kakıp incitmeyen dost, tuzak bozucu dost, beni bilen üzmeyen sırdaş dost. Bildiğimiz bir konu yok ki oturup tartışalım gönlüm. Bunu idrak etmek de bir bilinç.
“Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz” müjdesinde kaybolalım, tutunacağımız tek ip Allah’ın merhameti olsun. “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” Ey güzel vekilim, ey en güzel vekilim teslimiyetimi kabul buyur. İyilerin ölümünü nasip et. Yoktan var eden; geldik, seni bildik, dinledik ve itaat ettik gönlümüze ferahlık ver.
Çok üzdüler bizi hasta olduk, hastalığımızın adını paylaşamadık ya da teşhis tam konulmadı bu hastalığa. “Allah’ın arzı geniş değil miydi, hicret etseydiniz ya!” hitabı ile çok hicret ettik. Güneşin doğduğu yere, hiç batmadığı yerlere kadar hep hicret ettik. Ancak karanlığımız da bizimle idi, güneşe gözlerimizi kapadık. Biz kendimize zulüm ettik. Kim kendine bile bile zulüm etmek ister ama biz daha iyisini beceremedik, şimdilik! Artık vazgeçtik evet demeyi çok isterdim lakin yalanı bıraktım.
“Sen “Allah” de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oyalanadursunlar!” Seni üzerlerse ki üzecekler; o üzgün halinle niyaza koyul. “De ki: Benim namazım, ( her türlü ) ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin rabbi olan Allah içindir” İçimdeki rüzgâr ateşini söndürmek için değil lav haline döndürmek için. Dayanılmaz mı? Velev ki öyle çözümün ne? Bekliyoruz patika yol – ana yol ile buluşacak elbet. Öyle bir buluşma ki bu; sanki hiç patika yoldan yürünmemiş gibi. Allah’ın adı anıldığında titremeyen yürek sen neye yararsın, hangi kadavradan parçasın? Sanki cevabını yürek biliyor da ona soruyorum.
Her göz aynı görür mü sandın ve/veya herkes gözüyle mi görür sandın? Göğe sığamıyor gibi dumanımız gören yok. Görmeyenlere lafım yok da görmezden gelenlere “selam” olsun.
Bizi en çok rızkı kaybetmekle korkuttular hâlbuki “Yeryüzünde kımıldayan hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’ın üzerine olmasın” LA TAHZEN (ÜZÜLME!) Âdemoğlunun rızkı aradığından daha çok rızık sahibini arıyor, razı gel ve sana düşeni yerine getir LA TAHZEN (ÜZÜLME!) Seher vakti gelecek gönlümüzdeki ateş bize serin olacak. Seher vakti yakın!
“Bilesiniz ki gönüller ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşur” başka yol, çırpınış nafile. Gök gürültüsünün duasına eşlik edememek acı. En acısı da gölgelerin ve havada süzülen kuşların secdesini görememek. Yer başka yere, gök başka yere dönüşecek ise bu büyük üzüntü niye gönlüm?
Bal arısına ilham veren Allah’ım bizden de ilhamı eksik eyleme! Biz; Nuh ile birlikte taşınanların nesli. Ne kadar zaman geçti üzerinden ve ne kadar süre kaldı dağların yürütülmesine, seslerin kısılmasına?
“Rabbim! Geride kalanların en hayırlısı sensin, yine de sen beni yalnız bırakma!” Bu can ölümü tadacak da diğer canlar mahrum mu kalacak? Konaklatanların en hayırlısı; nurundan mahrum bırakma.
Şehrin ömür ucundan bir adam koşarak geldiğinde beni sana teslim bulsun, ilişmesin senden gelen yarama. OL DE! Olsun. Gökler eşlik etsin gözyaşlarıma kimseler duymasın ama hepsi bulutun tez canlılığı sansın. Dönüp kapına geldik, oyun-eğlence dünyası bizi teselli etmedi. Yerin bizden ne çürüttüğünü bilen Allah’ım, bize şah damarımızdan daha yakın olan Allah’ım içimizi aşkınla doldur.
Hüdhüdü göremedik, Karınca Vadisine hiç yolumuz düşmedi de, örümcek ağlarına takıldı heveslerimiz. Ağaç kurdu kemirdi yalnızlığımızı. Atları seyre doymadan terk etti bizi çocukluktan doğan gücümüz. Yaratmayı durmaksınız tekrar eden Allah’ım bu telaşımı hevesim kıl. Korku ve ümit arasında gidip gelmekten yüreğimiz eskidi bu çırpınışımız sana teslim Allah’ım. Azap değil bu azap ahirete inanmayanların azabıdır. Bu boğulma isteği aşkında. Güngör Güner GÜR- 15 Nisan 2022 – GÜMÜŞHANE