Erkan Bektaş, Almanya’da sanat okulu açmak istiyor
Türkiye onu, “Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz” dizisindeki “Ateş” karakteriyle tanıdı dersek yanlış olmaz. Oyunculuğa tiyatroda başlayan ve ardından hem televizyon dizilerinde, hem de sinema filmlerinde rol alan Erkan Bektaş (47), Muhabirce`nin genç muhabiri Ahmet Elcivan`ın sorularına oldukça samimi yanıtlar verdi.
Almanya`da bir sanat okulu açmaya hazırlandığını belirten oyuncu Erkan Bektaş, tiyatroya başlamasına ailesinin karşı çıktığını ve geçmişte parasızlıktan tiyatrodan çok dizilere ağırlık vermek zorunda kaldığını anlattı.
Bu aralar bir ayağı Almanya`da olan ve bu ülkede yaşayan Türk gençlerine yeni imkanlar tanıyacak bir proje üzerinde çalışan oyuncu Erkan Bektaş ile Gelsenkirchen`de bir araya geldik.
Muhabirce:Erkan Bektaş, küçükken neleri hayal ederdi, oyunculuk nasıl başladı?
Erkan Bektaş: Küçükken oyuncu olmak gibi bir hayalim yoktu. Hatta oyunculuk nedir, onu da bilmiyordum. Ben, Ankara-Mamak`ta doğup büyüdüm. Ailem, çok da varlıklı bir aile değildi. Ama başarılı bir öğrenciydim. O yıllarda, oyunculuk veya sanatın herhangi bir dalı, aklımdan geçmiyordu. Sadece büyüyüp, geçinebileceğim bir meslek edinmekti amacım. Sonradan sonradan gelişti mevzular. O yıllarda çok kitap okuyan bir gençtim. Başka alanlarda olup bitenleri de okumaya başlamıştım. 17 yaşındayken, bir öğretmenim sayesinde tiyatroya başladım, ardından oyunculuk gelişti.
Muhabirce: oyuncu olmasaydınız, hangi meslek dalını seçerdiniz?
Erkan Bektaş: Pek yok, ama tır şoförlüğü, gezmek dolaşmak olduğu için, iyi meslek diyebilirim. Uçak pilotu gibi misal. Belki müzisyenliği de, seçebilirdim ama yine de oyunculuğu seçerdim..
Muhabirce: Oyunculuğu seçerken ailenizin nasıl bir desteği oldu?
Bektaş: Yardımları hiç olmadı, tam tersine istemediler, sürekli karşı çıktılar. Çünkü onlar, doktor ya da mühendis olmamı bekliyorlardı. Aile büyükleri istemediler, her daim vazgeçirmeye çalıştılar. Çok şey denediler, ama vazgeçmedim, devam ettim.
Muhabirce:2010 yılında Tiyatro Baykuş`u kurdunuz, bunu nasıl başardınız?
Bektaş: O, üniversitede oynadığım bir oyunun bölümüydü, iki pazarcının hikayesiydi. Latin Amerikalı bir yazarın yazdığı bir oyundu. İki pazarcının, aynı ev ortamında birlik olamayıp, birbirleriyle ettikleri mücadeleyi anlatan bir oyundu. Türkiye`deki sosyo politik ortama da çok uygun bir oyundu. Ben de, bu oyunu oynamak istedim. Bu hikayeyi, bu oyuna uyarladım. Birini şehir varoşlarından bir pazarcı, diğerini ise taşradan gelmiş doğulu pazarcı olarak yorumladım ve oyuna da çok güzel oturdu. İki yıl oynadım bu oyunu, çok keyif aldığım bir oyundu. O oyunun ardından “Vahşi Batı” diye bir oyun sahnelemeye başladık. Amerikalı bir yazarın oyunuydu. Onu bir süre sonra kapattık. Şimdi aynı tiyatroda kız kardeşimi oynuyorum. Ama gelecek yıl, iki yeni oyun daha planlıyoruz.
Muhabirce: Oyunlarınızı sadece Türkiye içinde mi, yoksa yurtdışında da sahneleyecek misiniz?
Bektaş: Kesinlikle yurtdışını da düşünüyorum. Bugüne kadar bunu yapmadık, ama bundan sonra hepsi olmasa da, bazı oyunları Avrupa`da, Almanya`da oynamayı düşünüyorum.
Muhabirce: Genelde, dizi ve sinema oyunculuğunun yolu tiyatrodan geçer deniyor, sizde de böyle mi oldu?
Bektaş: Öyle diyebiliriz. Ben, zaten tiyatroya başladığımda 17 yaşındaydım ve TRT dışında televizyon kanalı yoktu. Çok sonra özel kanallar oldu. Ben de başlarken, hedefimde sadece tiyatro oyuncusu olmak vardı. Dizi ve sinema oyunculuğu yoktu, bunlar sonradan önümüze çıktı. Sonra baktım bu işlerin merkezi İstanbul, başka da yer yok, bu sefer İstanbul`a taşındık. Aslına bakacak olursak, benim dizi oyunculuğuna başlamam parasızlıktan oldu. Tiyatrodan edindiğim kazanç yetmediği için, dizi oyunculuğu yapmak zorunda kaldım. Popüler dizi oyunculuğu da, aynı zamanda tiyatroda bize seyirci getirdi. Şimdi ikisini birden yürütmeye çalışıyoruz, ama diziler çok uzun olduğu için, dizi çekmekten tiyatro oynamaya vakit bulamıyoruz. Böyle bir tatlı sorunumuz var.
Muhabirce: Erkan Bektaş, nasıl aranan dizi ve sinema oyuncusu oldu?
Bektaş: Öğrencilerin çektiği bir kaç kısa filmde oynamıştım, onları beğenenler bir diziye istediler. Sonra ikinci dizi derken, rol aldığım „Ihlamurlar Altında” çok tuttu. Sonrasında başka teklifler geldi. “Aşk ve ceza” oldu, “Eşkıya Dünyaya Hükümdar olmaz” oldu, “Gülperi” oldu. Böylece çok dizi oldu. bunların arasında çok tutanlar oldu. Dört bölümde, yayından kalkanlar oldu. Beş sinema filminde oynadım. Aslında işinizi iyi yaparsanız, bu yol açılıyor. Benim tek amacım, bana bir rol geldiğinde onu en iyi nasıl oynarım, en verimli nasıl olabilirim, ona bakıyorum. İşinizde uyumluysanız ve sorunlu bir insan değilseniz, o yol açılıyor.
Muhabirce: Hangi rolleri severek oynuyorsunuz?
Bektaş: :Benim, televizyonda çok komedi yapma şansım olmadı, bir komedi filminde oynadım o kadar. Dizilerde de hiç komedi olmadı. Ama komedi keyifli bir iş, tiyatroda yaptım, ama televizyonda yapmadım. Şekil itibariyle komedyenleri bir yere koyuyor, dram oyuncularını bir yere koyuyor. Ama bu şekilsel bir bakış. Bu adam komedi oynayabilir mi, oynayamaz mı çok değerlendirmiyorlar. Sadece şekline bakıyorlar. Oyuncu, daha önce komedi yaptıysa onu komediye alıyorlar. Ama ben komedi, dram ayırmıyorum, hepsini seviyorum. Temel olarak oyunculuğu seviyorum. Karakteri oyun olarak yaratmayı, onu izlenir hale getirmeyi seviyorum.
Muhabirce: Tiyatro, dizi ve sinema, bunlardan birini seçmek zorunda kalsanız hangisini seçersiniz?
Erkan Bektaş: Önce tiyatro, sonra sinema daha sonrada dizi derdim.
Muhabirce: Baba olduktan sonra, oyunculuk hayatınızda neler değişti?
Erkan Bektaş: Mesleki anlamda bazı fiziki durumlar, haliyle değişiyor. Çocuk olunca, siz ayrı bir şehirde, dört ay ayrı kalmanız zorlaşıyor. Çünkü çoğunuzun size ihtiyacı var, haliyle sizin de ona ihtiyacınız oluyor. Bunun gibi durumlardan dolayı, daha çok sabit kalabilecek işleri seçmek gibi bir zorunluluk doğdu. Daha çok İstanbul`da kalmayı istemek durumunda kaldım. Ama çocuğun olması da, başka duyguları anlamama vesile oluyor. Yaş itibariyle de, baba rollerini oynamaya başladığım için, baba olmasaydım, aynı verimi verebilir miydim bilmiyorum. Bu anlamda çocuğumun mutlaka faydası olmuştur diye düşünüyorum.
Muhabirce: Almanya`da son dönemlerde, tiyatro ve oyuncu okullarının sayıları artmaya başladı, buralara katılacak gençlere, neler tavsiye edebilirsiniz?
Bektaş: Dizi veya sinema oyuncusu olmaktan önce, onlara oyuncu olmalarını tavsiye edebilirim. Oyuncu olabilmek, maksimum düzeyde gözlem yapabilmek, empati kurabilmek, daha çok okumayı, daha çok müzik dinlemeyi gerektiriyor. Önce bunlarla oyuncu olarak nasıl kendimizi yetiştirebiliriz ona bakmalıyız, sonra diğer alanlara bakmak lazım. Şimdi iki ay üç ay eğitim alıp, dizilerde oynamak gibi şansları, bazılarına veriyorlar. Manken, model çok güzel, yakışıklı filan olunca, bu şansı bulabiliyor bazıları. Ama genel olarak, öncelikle yapmamız gereken oyuncu olmaya çalışmaktır. Bir karakteri en iyi nasıl canlandırırım, ona uğraşmak ve bunun için daha çok okumak, daha çok çalışmak gerekiyor. Şimdi herkes her işin kolayına kaçıyor. En kolay yoldan nasıl yaparım diye düşünüyor, ama oyunculuk kolay bir iş değil, yıllar içinde içtiğin bir meslek. Öyle bir sanat bu. Bu sanatta hemen oldum dersen, kaybedersin ve yenilirsin.
Muhabirce: Aynı dönemde “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz“ ve “Gülperi” rolüne nasıl hazırlanıyordunuz?
Bektaş: Aslında çoğu zaman, rollere hazırlanacak vakit bulamıyoruz. Örneğin “Gülperi” dizisi bir perşembe günü menajerim beni aradı, bir teklif geldiğini söyledi, ertesi gün gittik böyle bir rol var sizi istiyoruz dediler. Olabilir dedim, ama vaktiniz yok çekimler yarın dediler. Hemen rol ve diğer detayları konuştuk ve kabul ettim. Ertesi gün de çekime gittim. Bir günde nasıl hazırlığınız olacak? Antep şivesi ile olan bir rol. Daha önce hiç Antep şivesi çalışmamış olsan, o rolde rezil olursunuz. Benim avantajım, daha önce bunun gibi farklı şivelere çalışıyorum, sürekli okuyorum. Daha çok gözlem yapıyorum, bundan dolayı da bir gün gibi kısa zamanda da hazır olabiliyorum. Açıkçası Antep şivesi konuşamayan bir oyuncu, o rolü oynayamayıp rezil olabilirdi. Riskli bu tip işler. EDHO da öyle, önceden senaryo vermiyorlar, son dakikada senaryo geliyor, çoğu zaman sette ezberi yapıyorsun. Onun için önceden deneyiminiz yoksa, çuvallarsınız. Bu sinemada böyle, tiyatro öyle değil. Tiyatrodan oyunu çıkartabilmek için, minimum bir iki ay prova yaparsın. O karaktere çalışırsın, çok iyi bilirsin, saniyesinde ne yapacağını bilirsin. Hatta hangi ışık yandığında, ben ne diyeceğim, karşımda ne diyeceğine kadar ezberinde olur. Sinemada da buna yakın, çoğu zaman orada da provalar olur. Ama televizyon dizisinde durum çok farklı. Orası sürekli hız istiyor ve o hıza göre hareket etmek deneyim istiyor, aksi takdirde de işler olmuyor.
Muhabirce:Tiyatro ve dizi çekimleri aynı zaman içinde nasıl olabiliyor?
Bektaş: Esasen bu çok kolay yürümüyor. Diziler şimdi 145 bölüm gibi. Haftanın beş günü geceli gündüzlü çalışıyorsanız, hele de rolünüz büyükse tiyatro da yapabilmek zorlaşıyor. Bundan dolayı, iki senedir tiyatro yapamıyorum, asıl mesleğim tiyatro. Neden diziyi tercih ediyorum, çünkü tiyatro benim hayatımı maddi olarak kazanabileceğim bir getiri sağlamıyor. Bunun içinde düzenli dizi yapmak, tiyatroyu da kenara atmak zorunda kalabiliyoruz. Yazın boş vakitlerde prova yaparak, kış sezonunda dizilerden vakit kaldığında ancak tiyatroyu da devam ettirebiliriz. Yoksa olmuyor.
Muhabirce:Tiyatro ile sinemaya ilgi nasıl değişiyor?
Erkan Bektaş: Popüler kültürde sinema da tiyatro da, aynı şekilde ilerliyor. Eğer televizyonda oynuyorsanız ve insanlar sizi oradan tanıyorsa, oynadığınız filme de, oynadığınız tiyatroya da geliyor. Ama dünyanın en iyi oyununu koy, seni televizyondan tanımıyorsalar oyuna gelmiyorlar. Burada temel kültürel yapıda bir sorun var. Bunu da biz çözemeyiz, biz ne yapıyoruz?her tarafta olmaya çalışıyoruz. Dizide de, sinemada da, tiyatroda da olmaya çalışıyoruz. Böylelikle mesleğimizi, en iyi şekilde yapmaya çalışıyoruz.
Muhabirce: Tiyatro ve benzer sanat dallarında, Almanya`yı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bektaş: Alman tiyatroları çok iyi durumda, uluslararası tiyatroda, Alman tiyatrosu çok iyi bir yerde. İsrail de, Alman tiyatroları dört gözle bekleniyor ve izleniyor. Almanya`da da tiyatroda çok büyük gelişmeler var. Ama Almanya`daki Türkler, tiyatrodan çok haberdar değil. Aslında çoğu insan Almancayı iyi konuşmasına rağmen, gidip Alman tiyatrosunu izlemiyor. Burada yaşamadığım için bir empati kuramıyorum. İnsanlar, neden Almanca tiyatroyu izlemiyorlar? Türkiye`den de çok tiyatro gelmiyor. Buradaki Türklerin, buraya çokta entegre olamadığını da gösteriyor. Buradaki sanat kültürünü çok bilmiyorlar. Resim sanatı, tiyatro sanatı, müzik sanatı Almanya`da nasıl gelişiyor, bizim Türkler bundan çok haberdar değil. Kendi aralarındaki kültürel yapıyı kuruyorlar, kendi dillerinde sanat yapılırsa onu takip ediyorlar. Eğer buradaki gençler, kendini eğitmezse, bu anlamda daha da geri kalacak. Ne oluyor? Gençlerin kendileri de, aileleri de ne yapıyor çocuğunu daha çok futbol, spor gibi alanlara yönlendiriyor. Bunda sorun yok, spor yapan gençten zarar gelmez, ama sanat yapandan da zarar gelmez. Kaç tanesi müzisyen oluyor, kaç tanesi ressam oluyor. Kaç tanesi heykelle ilgileniyor, kaç tanesi grafik sanatları ile ilgileniyor? Bunlar belli ki çok yok. İşte bunların olduğu merkezlere ihtiyaç var.
Muhabirce:Türkiye`nin bu anlamda bir faydası olabilir mi?
Erkan Bektaş: Türkiye`de sanat ne durumda ki, buraya faydası olsun. Dünya ortalamasına göre Türkiye`deki yılık bilet satışı, bir , bir buçuk milyon falan. Seksen milyonluk ülkede bu kadar bilet satılıyor. Sinema da, tiyatro da düşük. Satılan biletler çok da fena olmayabilir, ama yapılan işlere bakıldığında işin sanatla çerçevesi daha net anlaşılıyor. Avrupa`da yaşayan insanlara, eğitim anlamında bir hız verilmesi gerekiyor. Bunu da Türk devletinden beklemenin bir anlamı yok. Bunu buradaki toplum yapmalı. Şimdi buralarda bazı okullar açılıyor, gelin sizi ne yapacağız deniliyorsa burada da sorun var demektir.
Eksik bazı yapılanmaların olduğunu görüyorum, siz kendi mahallenizde tiyatro kurarsınız, belki on genç, belki on ev kadını , belki yirmi kişi ile oyun çıkarırsınız, bu kadroyla amatör tiyatro festivallerine gidersiniz. Bu herkese öyle bir aydınlanma yaratır ki, ama bunu önce düşünecek birileri lazım. Bunu örgütleyecek birileri lazım. Ev kadını, durup dururken hadi tiyatro yapalım demez, mahalledeki genç de demez. Çünkü öyle yetiştirilmiyor. Bunun için, buralarda bir takım sanat merkezleri kurulması gerekiyor. Almanların da, gidip gelebileceği bir tiyatro, müzik, dans gibi mekanlar lazım. Bu mekanlarda insanlar, bu sanat dalların eğitimini alması lazım, o zaman bu iş yayılır. Bu insanlara eğitim verirken, sizi ünlü yapacağız diye söylersen onlara büyük haksızlık etmiş olursun, hayal kırıklıkları yaratırsın. Sen tiyatro kurar yüz kişi yetiştirirsin, bakarsın onların arasında ikisi televizyon oyuncusu olur. Böyle gelişmeler olur, ama hepsine aynı umudu verirsen hayal kırıklığı yaratırsın. Hatta arkandan kötü konuşurlar ve işin devamı gelmez. Yapılması gereken iyi seyirci yetiştirmek, sanatı seven insanlar yetirmek. Burada yapılması gerekenin bu olduğunu düşünüyorum. Bu kadar insanın yaşadığı bir yerde, bu kadar sanatla kopuk olunması biraz sorunlu gibi geliyor bana.
Muhabirce: Peki sizin buraya yönelik planlarınız nelerdir?
Erkan Bektaş: Biraz önce anlattıklarımdan yola çıkarak, Almanya`da bir sanat okulu açma niyetimiz var, bunun üzerinde çalışıyoruz. İçerisinde tiyatronun, dansın, müziğin olduğu bir eğitim alanı. Çok kolay iş olduğunu düşünmüyorum, ama burada çok arkadaşlarım, destekçim var. Bu anlamda yolumuzunda çok kapalı olduğunu düşünmüyorum. Gördüğüm kadarıyla da buna çok ihtiyaç ta var. Almanya`da Essen civarında benim yönetimimde olacak bir merkez. Yapmak istediğim bir çok sanat dalını içine alan bir iş, ama çok da getirisi olan bir iş değil. Bu yüzden, belediyenin, iş insanlarının desteğine kesinlikle ihtiyacımız olacak. O desteği alamazsak, çok küçük çaplı bir iş yapmak zorunda kalacağız. Oysa burada bir tiyatro festivaline kadar gidebilecek bir iş, planlıyoruz. Bunu için desteğe ihtiyacımız var. Biz aslında sadece Türklere hizmet verecek bir yer yapmak istemiyoruz, örneğin müzik dalında piyano hocası Alman olsun. Burada gençler Almanca biliyor, derste dil sorunu olmaz. Tiyatroda Türkçe eğitim vermeyi planlıyoruz, ama dans ve müzik gibi branşlarda hocalar genelde Alman olmalı. Öyle bir eğitim merkezi olmalı ki, isteyen Alman öğrencilerde gelebilecek bir durumda olmalı. Aynı ortamda sanat yapıyor olmak, bir takım kompleksleri yenecektir. Kimse kimseyi aşağılayamayacak ve kimse kimseye kompleksli bir tavır sergilemeyecek. Almanca ve İngilizce eğitimler olabilir, ancak anadil Türkçe de eğitimler ana unsurumuz olacak.
Muhabirce/Ahmet Elcivan/ GELSENKIRCHEN