bulutun başına gelenler
ömrüm çatlaklarından hüzün sızdırıyor azra
narlarım bir veda mevsimine dağılmış
sayamadım
kaç çıplak akşam
kaç ekmek kırığı
döküldü dallarından…
acıların içine içine
saç diplerine kadar
anlayabilmek seni…
onca bozguna rağmen
sadece
yere dökülen yıldızlarını toplamak için eğildiğimi
bilemezdin…
bilemezdin
yüzmeyi bilmeden
gitgide derinleşen nehirlerine aktığımı
ve
gözümü kırpmadan
ömrümü uğruna harcayacağımı…
her insan yaralı bir kediyle yaşar
sokağın boşluğuna itilmiş…
vapurlar azra
vapurları biz taşırız karşıdan karşıya
üstüne turnalar konunca
çöken bir köprünün altından…
bilir misin
kanatsız doğar bütün kuşlar
sen bana yine de
doruklara konan kartalları anlat…
mümkünse yağmur olmadan
bulutun başına gelenleri…
devlerin ülkesinde
cücelerin ezdiği oyuncaklarımızı anlat bana…
benim sendeki cennetim bu kadarsa
en iyisi gitmek azra
ama gidemiyor ki insan
sokaklar bize benzerken…
tetikler çekilyor bir yerlerde
kurbana benzeyerek yaklaşıyor avcılar…
soğuk gülümsüyorum karanlığa
sensiz
sonsuzlarca düşüyorum saatlere
doluyor takvim sayfaları
oradan sözün tükendiği yere
kayan boşluğa düşüyor anlam…
gecenin üçünde
taze çağla soruyorum komşudan
yakılan şiirlerden yanıyor genzim
gitme azra
tek başına eski asaleti yok deliliğin…
Josef Kılçıksız/ Helsinki